Yazımızın bu bölümüne başlamadan önce, Dr. Gürçay Akyıldız Hoca’nın yazdığı su üzerine güzel bir metni siz okurlarla paylaşmak istiyorum. Su konuşur mu, su düşünür mü, su anlatır mı? İşte akademik alanı su olan bir bilim insanının “Su” üzerine kısa meseli:
“Suyun bizimle temasa geçmek için -içebilmemiz haricinde- sunduğu pek çok dil vardır. Bizim anlamayı tercih ettiğimiz en iyi su dili ise maalesef suyun artık su olarak akmadığı veya yağmadığı, yağış olmadığı yani aslında sustuğu, bizimle konuşmaktan vazgeçtiği iletişim şeklidir. Su en çok o zaman aklımıza gelir ve biz konuşmak isteriz ama o susmuştur. Biz işte bu seviyeye gelmemek için belirli periyodlarda suyun fiziko-kimyasal değerlerini ölçer, dahası içerisinde barındırdığı canlıları gözlemler, onlar üzerinden suyun kalitesine bakar ve değerlendiririz. Bu bitmeyen sürece de bu sebeple biyolojik izleme (biyomonitörleme/biomonitoring) deriz. Arazi esnasında yani su başındayken ölçebileceğimiz belirli parametreler mevcuttur. Bunlar anlık veriler olsa da uzun süreli gözlemlere dayalı verilerin bir araya getirilmesiyle suyun kalitesi hakkında bir yargıya varmamızı sağlar. Bu başlıca parametreler suyun içerdiği çözünmüş oksijen, oksijen doygunluğu seviyeleri, pH’sı, iletkenliği, sıcaklığı, ORP (oksidasyon-redüksiyon potansiyeli) ve tuzluluğu vb. parametrelerdir. Bu parametrelerdeki değişiklikler doğal ve doğal olmayan sebeplerden olabilir. Ancak bazı parametreler vardır ki örneğin suyun elektriksel iletkenliği gibi, çok net bilgiler sunabilir. İletkenlik, suyun elektriği iletme yeteneğini ölçer. Bir anlamda direncin tersidir. Örneğin saf, damıtılmış su zayıf bir elektrik iletkenidir. Sudaki yüksek iletkenlik ise su içerisinde fazla miktarda kimyasal çözündüğünün işaretidir. Bu da bizim için organik bir kirlenmenin işareti sayılabilir. Maalesef Büyük Menderes Nehri üzerinde gözlemlediğimiz bazı noktalarda mikron seviyesinde tespit etmemiz gereken elektriksel iletkenlik değerlerini, mili seviyesinde yani beklenenin en az bin katı fazla bir seviyede tespit ettiğimiz yerler mevcuttur. Bu organik yüke ek olarak suyun neredeyse anoksik (oksijen yoksunu) olması durumu çok daha vahim seviyelere taşımaktadır. Böyle bir durumda öncelikle bu organik yükün kaynağı tespit edilmeli ve önlem alınmalıdır. Sonrasında biyolojik izleme yöntemleri ile sudaki değişim (beklenen iyi yönde olmasıdır) gözlemlenmelidir.”
Gündelik olarak her defasında bedensel ihtiyaç için içtiğimiz, hijyen için kullandığımız, bitkilerimizi, hayvanlarımızı, toprağımızı beslemek için harcadığımız, yıkandığımız, serinlediğimiz, ıslandığımız suyun belki de hiç düşünmediğimiz öteki boyutu işte bu. O nedenle ekoloji önemli, iklim önemli, ormanlar, ağaçlar, hayvanlar, sürüngenler, börtü böcek, mikro canlılar önemli. Bulutlar, yağmur, kar, nehirler önemli. Büyük Menderes gibi çok uzun mesafelerden başka diyarlara can suyu taşıyan havzalar çok önemli. Teşekkürler Gürçay Hoca!
PİŞMİŞ HABERE SU KATMAK
Yazımızın çatısını kurup, içeriğini tamamladıktan sonra gazete sayfalarında karşımıza çıkıp ‘akla rahmet okutan’ su haberlerini görmezden gelemedik. Bir kaçını anmayı ödev sayıp biraz da ‘pişmiş habere su’ katalım dedik.
Büyük Menderes yazılarına konu ettiğimiz kuraklık, yani susuzluk ve kirliliğin nehir yoluna aşina insanların üzerinde bıraktığı olumsuz etki muazzam! Özellikle arazi sahiplerinin yaşadıkları sulama sıkıntısı, sulama birliklerinin kayırıcı ve kural tanımaz uygulamaları nedeniyle yaşadıkları sorunlara katlanarak yansıyor.Su ve sulama tarımsal üretim yapanlar için bir hak olmalı değil mi? Hayır değil! Artık o iş bir keyfiyet, bir kayırmacılık, çeşitli biçimlere bürünenrant ve çıkar mekanizması olarak gerçekleşiyor.

ÜRETİCİNİN KİRLİ SU FERYADI
Geçtiğimiz günlerde yerel basına haber olan Pamukkale yolu üzerinde, Korucuk’ta sulama birliğine karşı feryat eden arazi sahibini duymayanımız kaldı mı? Yılda üç kez sulama hakkı verildiğini, DSİ tarafından yönetilen Gökpınar Sulama Birliği’ne dekar başına 60 lira para ödediğini söyleyen bahçe sahibi ne demişti? “Bölgede herkesin bahçesi var. Fakat artık kimse bahçecilik yapmıyor. Kanaldan zift akıyor zift. Katran akıyor. Bu su ürünleri zehirliyor. O yüzden herkes bıraktı. Bu suya 60 lira para ödüyoruz!”
Bugün başka bir haber yine ironisiyle kara mizaha taş çıkarttı. Haber başlığını D20haber.com’dan aktarıyorum: “Göletler kurudu, barajlarda sular çekildi; DSİ ‘sulama sezonu başladı’ diyor!” DSİ Genel Müdürlüğünün açıklamasına göre 21 Haziran günü sulama sezonu başlayacak. Açıklamayı yapan Genel Müdür Kaya Yıldız bu sezon Denizli’de yapılacak sulamadan 2021 yılı birim fiyatları ile ülkemiz ekonomisine 1 milyar 80 milyon TL katkı sağlanmasının hedeflendiğini söylemiş. Bu rakamdan ne kadar eminsiniz öyle müdür bey? Keşke gelip o kirli, kokulu, içindeki su miktarı tartışılır sıvıyı görseydiniz ve bizim de o suyla sulanmış meyve-sebzeyi size tattırma imkanımız olsaydı!

MUSİLAJA ‘BİLİMSEL’ TUZAK
Hazır elimiz değmişken başka bir haberi yorumlayalım. 24.06.2021 tarihli haber Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandı. Başlığı “ODTÜ’den ilk kez Marmara’da ‘derin’ inceleme.” Başlık altı giriş, haber içeriğini özetliyor: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü’nün… yürüttüğü…ve Marmara Denizi’nde müsilaj oluşumları ile ilgili çalışmalarına devam eden bilim insanları, ilk kez derin Marmara’da yani 100 metre ve ötesindeki müsilaj tabakalarını inceledi.”
Birkaç on yıldır Marmara’daki felaketi hep birlikte izliyoruz. Ama tam anlamıyla izliyoruz. Elini kaldırıp, parmağını oynatan yok. Nihayet yumurta kapıya dayandı, duayla devran yürütme felsefesinde çark edilip bilime önem verilmeye başlandı. Ama arkasındaki tuzağın farkında mısınız bilmem; Marmara’nın sorunu çok net olarak endüstriyel ve modern yaşam dışkısı! Dışkı terimini bilerek kullanıyorum. Çünkü ‘atık’ sözcüğü bu pisliği açıklamaktan epeydir aciz hale geldi. Neredeyse Çanakkale boğazına kadar doldu dışkı birikimi. İdari olarak yapılması gereken en önemli eylem, kirleticileri ortadan kaldıracak yaptırım gücü yüksek ve tavizsiz bir yasal mevzuat oluşturup hızla harekete geçmek. Hiç oyalanmadan, taviz vermeden, hoşgörü göstermeden!

Oysa ne yapılıyor, kurullar oluşturuluyor, incelemeler yapılıyor, bilimsel sonuçlar ortaya konuluyor ama elde avuçta kalan daima sıfır oluyor. Önlem yok, yaptırım yok, kirleticileri sınıflayıp tanzim ediyorlarsa bile onlara karşı nasıl bir idari uygulamayla eylem geliştirileceği belirlenmiyor. Ama inceleniyor haberleri çıkarken medyada, öte yandan hala Nilüfer Çayı denize akıyor, hala İzmit körfezi sanayi atıkları denize deşarj ediliyor, 30 milyona yakın nüfusun yaşadığı bölgenin bütün katı-sulu dışkıları hala Marmara’ya dökülüyor. Bu gerçek önlenmezken, öte yandan kurtarma girişiminin önünü açacak idari kararlar konusunda gevşek, iradesiz, isteksiz, kayırmacı davranılıyor. Belki on yıl önce atılması gereken adım için ancak şimdi harekete geçiliyor ama sadece ‘inceleniyor!’ Tuzak bu. Emin olun, Marmara kısacık bir an nefes almaya görsün, o çok kısa sürede her şey yine eski tas eski hamam, rant savaşları da kaldığı yerden devam eder.

ADIGÜZEL’İN SADECE ADI ‘GÜZEL’
Geçen yazımızı noktaladığımız yer, Akkent meyve suyu fabrikası atık sularının Büyük Menderes’e karıştığı nokta ve sonrasında ölçüm sonuçlarına yansıyan kirlilik oranıydı. Çal bölgesini terk etmeden önce Çal’a geldik. Saat öğle sonrasına ulaşmış, ama biz hala yemek yememiştik. Çal Çarşı Camisi sokağındaki köftecide kısa bir mola verip hızla yemek sorununu çözdük. Günlük hedefimize ulaşmak için elimizi çabuk tutmak zorundaydık.
Selcen üstünden Kabalar’a, orada Adıgüzel barajı vadi tepelerine ulaştık. Kıvrılarak inen yol üstünde uygun bir yer bulup Adıgüzel’i fotoğrafladık. Barajdaki su düzeyi, önceki yıllarda hiç görmediğim kadar sığlaşmıştı. Yer yer yosunlar tarafından kaplanmıştı. Su sanki eski rengini yitirmişti, öksüz kalmıştı. Eskisi kadar sahiplenilmiyordu. Önceleri gözde bir barajdı. Büyük Menderes üzerindeki en büyük baraj! Ama artık o büyüklük ölçeğinde saygı görmüyordu. Bu benim hissimdi ve bu hissedişin nedenini çok değil bir saat sonra anlayacak, haklı olduğuma kanaat getirecektim.
Gürçay Hoca’ya sordum yosunların nedenini. Suyun azlığı ya da kirliliği ile ilişkisi var mıydı, varsa ne olabilirdi? Onunla, bundan birkaç yıl önce yine birlikte gelmiş ve botla Banaz Çayı’nın baraj bağlantısına kadar gitmiştik. Mustafa Duran Hoca ile birlikte keyifli bir yolculuktu. Baraj suyunun da su olduğu zamanlardı! Hoca ikiletmeden yanıtladı:
“Bu durumun bir kaç sebebi var. Su miktarını azalmış gördük. Ayrıca kaldırabileceğinden fazla yük aldığı kesin ki bu sebepten ötürü kendini dilüe (seyreltme) edemiyor. Suyun azalmasının diğer bir etkisi de, gölün su kütlesindeki hareketi sınırlıyor iyice durağanlaşıyor. Tüm bunlar alg patlamasına sebep oluyor. Göle yoğun azot ve fosfat girişi olduğunu söyleyebiliriz ve bu %90’nın üzerinde insan müdahalesinin etkisi.
Dikkat çekilmesi gereken diğer bir konu maalesef pandemide herkes evine çekildi çekilmeyen tarlasında vakit harcadı. Evine çekilen çekildiği için sürekli temizlik yaptı, tarlasına giden de kısıtlamadan muaf şekilde ilaçlama yaptı. Sonuç ortada. Bu son söylediğim bir bakış açısı, bilimselliğini düşünmedim ama bana sorarsan etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bu ani yağışlara da farklı bir bakış açısı sergilemek istiyorum. Tamam ani yağışlar iklim değişikliği vesaire ama asıl sorun yoğun kentleşme ve betonlaşma. Ani yağışlar ile kentler sokaklar çok hızlı ve yüksek oranda yıkanıyor ve yağmur suları ile beraber kentin tüm kirlilik yükü doğrudan kontrolsüz olarak yeraltı ve yerüstü sularına karışıyor.
Yani baraj dolsun diye yağmur yağınca seviniyoruz da dolan su nereden akıp geliyor düşünmek lazım. Büyük kentlerde bunun ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum. Marmara’daki kirlilik yükünün çoğu İstanbul sokaklarındaki sel baskınlarından geliyor mesela.”
Gürçay Hoca’nın söyledikleri aslında çok katmanlı fikirler. Yani her biri ayrı bir tez! Analiz edelim mi? Bence gerek yok, Çünkü Hoca hiç tercümeye gerek duyulmayacak denli net ve anlaşılır bir açıklama yapıyor bize. Her bir tezin sebep ve sonuçlarını cümle içine sıkıştırıp sorumuzu yanıtlıyor. Zaten bu yazı dizisini değerli kılan etmenlerden birisi de onun bilim insanı kimliği ile bu geziye katılması değil mi?

CİNDERE BARAJINDA
Adıgüzel’i ter edip, Güney ilçesine varıyor, ilçe içinden geçip eski yoldan, Şelale kavşağına ulaşıyoruz. Şelaleye giden yol eskiden farklıydı. O zamanlar henüz baraj yoktu. Şelalenin hemen önünde uzun bir ahşap köprüden geçilir, şelaleye ulaşılırdı. Şimdi o köprü yok, sular altında kaldı. Yeni yol, baraj kapaklarının üstündeki geçide bağlanıyor. Biz de bu yoldan baraj kapaklarına kadar iniyor, kuşbakışı kapak çıkışlarını, sulama tüneline verilen suyu ve Büyük Menderes için ayrılmış can suyunu izlemeye koyuluyoruz. Az önce söyledim, Adıgüzel Barajının büyüklüğü oranında saygı görmediğini hissettim diye. Nedenini Cindere üzerinde anladım. Cindere’de bir gram bile su eksik değildi. Baraj su seviyesini gösterir kıyı çizgilerine kadar doluydu. Anlaşılan, Adıgüzel’e gelen su serbest bırakılıyor, Cindere’nin dolu kalması sağlanıyor, böylece Sarayköy Ovası sulama tüneline gerektiğince su verecek miktar hazır tutuluyordu.
Bu suyu Adıgüzel’den alıyorlar da, acaba oradaki alg patlaması (yosunlanma) bu suyu çekmeden önce mi, yoksa sonra mı? Bu soruya net bir yanıt veremeyiz diyor Gürçay Hoca.
Fazla kalmadık, en can sıkıcı görüntü, Büyük Menderes yatağı için verilmesi gereken suyun sadece mahalle çeşmesinden hallice bir boruyla salınıyor oluşuydu ki bu suyun yüzeyden nehir tabanına yayıldığı görülmüyordu.

KAMARA KORUMADA AMA YA NEHİR?
Çıkıp kamara kaplıcalarına kadar geldik. Eski Yenicekent kaplıcalarının adının Kamara olduğunu bilirler mi bilmem. Ben de pek bilmezdim, 2019 yaz sonuna doğruydu sanırım. Kamara travertenleri CB kararnamesi ile birinci derece doğal korumaya alındı. Daha önceki gezilerimde orada insanların botlarla rafting yaptıklarını hatırlıyorum. Yıl 2008 olabilir. O zamanlar yerel bir televizyon kanalı için “Tarihin Peşinde” adlı bir kültür programı hazırlıyordum. Bir yıl önce başlayan Tripolis kazıları kazı ekibinin geçici kazı evi statüsündeydi. Galiba o dönemden bir fotoğraf. Beleğimde mi yoksa arşivde mi bakacağım, bulursam ansiklopedi içinde yayınlarız.
Şimdi suyun durumu içler acısı. Zaten Cindere barajından su salınmıyor. Nehrin sonraki kaynaklardan gelen zayıf besleyicileri toprak tarafından emiliyor, gelen su miktarı can suyu olacak kadar bile çoğalmıyor. Çok değil, yedi yıl önce de durum oldukça iyiymiş. Mustafa Duran Hoca ile yaptığımız bir röportaj kaydı var orada. O kaydın fotoğrafına da karşılaştırmalı olarak ansiklopedimizde yer verelim.
Gürçay Hoca Akkent’ten sonra ilk kez yeniden ölçüm yapıyor. Sanırım onun, suyu üzerinde önceden beri çalıştığı istasyonlardan birisi burası. Elde ettiği değerleri soruyorum, özetliyor: “Burasının da oksijen değerleri düşük. Tuzluluk da var. İletkenlik yüksek. Su seviyesi çok az. Zaten öncesinde de seralar ve tarım arazileri var. Yani burası da yük altında.”
Gün epeyce indi. Sıcaklık tavsadı. Saat 16.30 civarı ve bölgenin serinliği bu saatte çok güzel. Bir süre serinliyoruz. Ama fazla oyalanma hakkımız yok. Henüz iki ayrı noktaya ulaşacak ve oralardan ölçüm alacağız. Birisi Ahmetli köprüsü, diğeri Tosunlar’ı Sarayköy karayoluna bağlayan Menderes köprüsü! Her ikisi de önemli. Ahmetli köprüsünün ne kadar eski ve tarihsel-kültürel değere sahip olduğuna ilişkin Xenephon’un “Onbinlerin Dönüşü”nde anlattığı, MÖ 450’li yıllarda geçen kısa hikayeye haftaya yer verelim. Bir de Tosunları Sarayköy’e bağlayan ve yıllar sonra nihayet yenilenen köprü altındaki suyun değerlerini yazıp yorumlayalım.
BÜYÜK MENDERES KİRLİLİK ANSİKLOPEDİSİ

1 | Bu haftanın ilk durağı Adıgüzel barajı oldu. Son zamanlarda medyaya konu olan “Adıgüzel’de su kalmadı” haberlerinin acı gerçeği yansıttığına şahit olduk. Alg patlaması sürpriz oldu.

2 | Çok değil, 5-6 yıl önce baraj su miktarı dengeli olurdu. Sulama mevsiminde azalsa da, yosunlanmaya yol açacak derecede azalmaz, kirlilik kaynaklarından suyun yapısı bu derece etkilenmezdi.

3 | En son yedi yıl önce Gürçay Hoca, Mustafa Hoca ve bir yardımcı arkadaşımızla birlikte Adıgüzel baraj gölünde bot gezisi yapmıştık. O günlerden hatırladığım diyaloglardan birinde, sanırım şimdiki tehlike geliyorum diyordu.

4 | Cindere barajında doluluk oranı muhtemelen %100. Ama Adıgüzel’i feda etme pahasına! Bir de suyun kıyılara doğru biriktirdiği kalın bir kirlilik tabakası, ilerleyen yıllarda insan kaynaklı kirlilik yüküne tıpkı Adıgüzel gibi hazır olması gerektiğini hatırlatıyor.

5 | Cindere baraj kapaklarının önünde uzanan Büyük Menderes yatağı.

6 | Büyük Menderes’in yatağına, tünel bağlantısından önce verilen su miktarı, sokak hayratı çeşme suyu miktarından biraz fazlaca gibi.

7 | Yöresel adı Ertuğrul Hamamları olan Kamara Travertenleri, 2019 Eylül ayında CB kararnamesi ile birinci derece tabiat varlığı olarak koruma altına alındı. Ancak traverten oluşumunun kaynağı olan su artık parmak kalınlığında akıyor.

8 | Yedi yıl önce Mustafa Hoca ile yine aynı yerde, nehir kenarında, suyun bol olduğu zamanda nehir üzerine keyifli bir söyleşi yapmıştık.

9 | Buradaki değerleri okumayı bilmiyorum elbette. Ancak ölçüm esnasında bile değişken göstergeler ortaya çıkabildiğini biliyorum. Yayınlamak için Gürçay Hoca’nın görüşünü alamadım ancak sonuçlarını işlediği fotoğraf yazımızın içinde yer alıyor.

10 | Fotoğraf çekmekten, çekilmeye vaktimiz olmaz pek. Bir de hani şu özçekim filan gibi alışkanlıklarım olmadı. Neyse ki birlikte yola çıktığım dostlar bazen bizi unutmayıp kareliyorlar. Gürçay Hoca Kamara Kaplıcaları nehir kıyısında fotoğraflamış beni.
DEVAM EDECEK