Yukarı Çapak’ın ebesi – D20Haber
08.05.2024, Çarşamba
14 °C / 30 °C Denizli Hava Durumu

Yukarı Çapak’ın ebesi

A- A+
Zeki Akakça / D20HABER
Yayınlanma: 29 Ağustos 2020 Cumartesi - 09:00Güncelleme: 29 Ağustos 2020 Cumartesi - 09:40
Yukarı Çapak’ın ebesi

Yola çıkıp tepeler, dağlar aşar gidersiniz . Farkına varmazsınız çoğu zaman nereden geçip gittiğinizin, neler görüp neleri kaçırdığınızın . Çünkü ulaşmak için hedefe koyduğunuz yer vardır çoğu zaman aklınızda. Doğal olarak beyin oraya yoğunlaşır ve gözün gördüklerini kayda geçmez. Hedef belirlemeden çıkılan yolculuklar ise farklıdır. Beyin tarar, göz arar, farklıyı, ilgi çekiciyi bulur sizi uyarır... Öyle bir hikayedir bu!

Çapak köyüne gidiyoruz diye yola çıktığımızda hedeflenmiş bir yer ve yol üzerinde karşılaşacağımız ne olursa şeklinde bir yaklaşımdaydık.
Bilmediğimiz bir yörede olacak, tanımadığımız insanlarla konuşacak, yeni coğrafya ve yeni yaşamlara tanıklık edecektik.
Önce Çivril’e ulaşacak, sonra Işıklı’ya geçecek, oradan da dağa doğru tırmanıp gidecektik Çapak köyüne doğru. Bilgi bu kadardı.

Oraya ulaşana kadar göreceğimiz terkedilmiş köylerden, güz mevsiminde ekilen ve ancak yeşermeye başlayan buğday tarlalarından, kızarıp renk atan meşelerden haberdar değildik. O yeni yeşeren buğday, arpa ve diğer ekili ürünleri talan eden geyik ve domuzlar hakkında da bilgi sahibi değildik.
Dar ve kısmen açık kısmen gölge yollardan güzel manzaraları izleyerek devam eden yolun sonunda köyün iki ayrı bölümden oluştuğunu “Aşağı ve Yukarı”olarak adlandırıldığını öğrenecektik mesela.
Hedefimizi Yukarı Çapak köyü olarak belirleyip ulaşıyorduk uzun yolculuk sonrası bu farklı coğrafyaya.

Denizli/Afyon il sınırında, Akdağ’ın kuzey batı uçlarında kendini yaşayan bir yerdi burası.
“Ağanın buralar” dedi köylülerden biri.
“Ağa” ne demekti? Buralarda ağalık mı vardı halen? İşin aslını kısa sürede muhtardan öğreniyorduk tabi.
Bölge tek tapu olarak bir kişiye aitmiş. Köylüler de henüz tapularını yasal olarak alamıyorlarmış (umarım artık almışlardır).
Terk edilmiş bir ilkokulun kapısı penceresi olmayan sınıflarında dolaşıp, acınası manzaraları belleğime kaydedip, oradan görülen köyü ve yanımıza koşup gelen çocukları fotoğraflamaya çalışıyordum.
Toprak damlı evler vardı ve orada yaşayanlar. Halen kullanılan bu evler öyle dışarıdan görüldüğü gibi de değildi. Kullanıma uygun halde düzenlenip elden geçirilmişlerdi.

Kimlerle tanışmadık ki oralarda. Ne ilginç anlar-anılar paylaşıldı…
Benliğimde yer eden köyün “ebe”si olmuştu. Onunla geçen konuşmalar ve sonrasında çektiğim fotoğraflar, onun anlatımları ve “elime doğan çocuklar” dediği yaşlı başlı insanlar ve o yaşlıların “ebe”ye olan saygıları.
Ebe ile biraz konuşup ortamı ısıttıktan sonra ocak başında ve kapı önünde fotoğraflarını çektim. Sonra Ebe’ye kapının önüne astığı-yapıştırdığı fotoğrafları sordum.


Bunlar genellikle evin içinde ya ayna kenarı ya kapı ardı veya pencere kenarındaki yerlere tutuşturulur; sen niye kapının dışına astın?
Onlar benim çocuklarım, kızlarım, gelinlerim, oğullarım, torunlarım. Kapıya uzanınca onlarla beraber odaya girerim!..
Bu cevap sonrası başka bir soruya gerek kalmamıştı. Burada söz biterdi...

Hafızamdan silemediğim diğer iki kare ise; “Nalbant geldi” diye bağıran çocuklar ve onlara cevap yetiştiren yetişkinler ile köy ortasında eşeklerin nallanmasıydı. Benim çocukluğum koşup gelmişti adeta gözümün önüne.


Bir de köy ortasında Muhtarın belirlediği köy odası olarak kullanılan kahve/bakkal karışımı yapının balkonunda yediğimiz yemek…
Öyle bir yemek ki; evinde ne varsa eline alıp gelen köylüler. Kimi birkaç yufka, kimi ekmek, kimi yağda yumurta, kimi haşlanmış yumurta, kimi bir tabak içinde taze yoğurt, kimi biber, soğan, kimi, turşu, kimi bal pekmez ve ne buldularsa taşıyorlardı. Hem de kadın kız yaşlı genç demeden imece usulü bir yemek hazırlanmıştı. O yemek ki köylü insanlarla beraber oturup güle konuşa yeniyordu…

Sonra köyün değişik yerlerine çıkıp etraf hakkında bilgiler alıp yeni insanlarla tanışıp söyleştik, fotoğraflar çekip sorularına cevap vermeye çalıştık. Zamanın ilerlemesiyle sonlandırdığımız gezinin hüzünlü kısmı... Biz uzaklaşana kadar arkadan sallanan eller...
Bilge bir Anadolu kadınının sözleri, anıları, yaşam hikayesinden kesitler dolanıp durdu belleğimde ve bugün hala anımsadığım anlatımlarıyla gözümün önünde canlanması...
Güzel anları, anıları ardımızda bırakıp “yine gelin, unutmayın ha” sözlerinin kulaklarımızda çınlaması…
Dağların ucundan,
yolların sonundan,
günlerin akşamından,
dolanıp gelen yaşamların kokusundan bir parçadır paylaştığım...