Keçi Çobanı çocuk… – D20Haber
16.04.2024, Salı
13 °C / 29 °C Denizli Hava Durumu

Keçi Çobanı çocuk…

A- A+
Zeki Akakça / D20HABER
Yayınlanma: 5 Haziran 2021 Cumartesi - 09:00Güncelleme: 5 Haziran 2021 Cumartesi - 10:28
Keçi Çobanı çocuk…

Kırsala dair yaşanmışlıklar o kadar çoktur ki anlatmak için ne zaman yeter, ne de mekan. Dağı-taşı, ovası-yaylası, insanı–hayvanı, çiçeği böceği … Uzar gider bu liste böyle, iyisi mi çok uzatmadan mini bir hikaye ile sizleri biraz dağlarda köylerde gezdireyim... (Bu hikayede görüp izleyeceğiniz fotoğraflar temsilidir. Konuya uygun olduğu için arşivimden derlenmiştir)

İlk okul çağlarındayım yani 7-8 yaşlarında olmalıyım. Yıl 1970’lerin başları. Köy içindeki toprak damlı evde yaşıyoruz o zamanlar. Hemen her yıl ikiz doğuran bir de keçimiz vardı. Ona “Çandır Keçi” derdik. İyi süt verirdi, evimizin önündeki ağıldı yeri. Adeta bizimle birlikte yaşardı. Onun sütüyle hem biz (o zamanlar daha 3 kardeşiz) hem de keçinin iki oğlağı beslenirdi.

 

Anam; keçiyi gütmeye gittiğimde oğlaklar emerek sütünü azaltmasınlar diye keçinin memelerine sağlamca bir bezden kese dikerdi. Bana da sıkı sıkı tenbihlerdi gözünü oğlaklardan ayırma diye. Oğlaklar dışarıdan bile emmeye çalışırlardı analarını. Hemen her gün okula gitmeden keçiyi yakın yerlerde güder, ağıla bağlar ve sonra önlüğümle içinde okul malzemelerim, defterlerim ve kitaplarımla kalemimin olduğu torbayı alır okula giderdim.

Bu rutin içinde iken aklıma nasıl girdiyse ailemin bana bir oğlak alması ve benim de onu keçi sürüsü içinde gütme sevdam başladı. Bu olaya o kadar takılmışım ki, sonunda iki oğlaklı keçimizin yanına bir de yabancı “alnı sakar” (alnında beyaz kıllar olan) oğlak alındı benim için.

Okul sezonu bitmiş, yaz aylarına gelmiştik. Keçi sürüsü ile birlikte olacağım zaman gelip çatmıştı. O zamanlar dağda keçi sürüleri olan küçük teyzemler ile konuşup, bu sevdanın iyi sonlaması için gerekenler yapılmıştı. Artık onların ovaya inmesiyle sürüye ben de keçi ve oğlağımla katılabilirdim.
Teyzemlerde dahil olmak üzere keçi sürüleri olanlar; ekinlerin biçildiği, harmanların kaldırıldığı yaz aylarında sürülerini ovaya indiriyorlardı. Ovada uygun yerlere “çövmenler ve ağıllar” kuruluyor, oğlaklar ile anaları ayrı güdülüyordu.

Keçi sürüsüne ikiz oğlaklı sütü azalmış çandır keçimiz ve benim için yeni alınan “alnı sakar” oğlakla katılacaktım. İşte o zaman gelmişti. Teyzemlerin keçili, oğlaklı ve tekeli sayısı üç yüz civarında olan sürüsü vardı. Onlar da atalarının yaptığı gibi her yıl zamanı gelince Akkaş mevkii olarak adlandırdığımız bölgeye “yurt”larını kurarlardı. Bu yıl da öyle olmuştu.

Sürü ile çobanlık yapmaya başlayacağım haberini alınca sevinç ve heyecandan uçuyordum. “Hazır ol” dediler, yarın yeni oğlak ve çandır keçi ile birlikte Akkaş’a gidiyorsun! Nihayet sürüye katılıp bir gün dağa bir gün ovaya yahut uygun zamana kadar ekili olmayan yerlerde keçileri güdecek, sonra da diğer yerlere gidecektim. Ne macera ve yenilikti benim için.

Evden anam ile ayrılırken keçimiz ile yeni oğlağımızı boynundan kıl iple bağladık. Benim sırtımdaki yağlıkta biraz ekmek, biber, soğan geceleri giymem içinde eski bir hırka vardı. Ben önden keçi ile oğlağımı çekiyor anam arkadan kovalayarak Akkaş’a ulaşıyorduk. Biz oraya ulaştığımızda güneş yeni doğmuş, her taraf keçi ve oğlak sesi, arada köpek havlamaları ile toz dumana karışmış haldeydi. Çövmen’e yaklaşırken; “ünneyelim” dedi anam, köpekler yabancı görürse saldırır kurtulamayız ellerinden!!!

Teyzem ve oğlu Celal abi ile küçük oğlu Mehmet Ali (ruhu şad olsun o ilk okul 4. sınıfta amansız bir hastalığa yakalandı ve aramızdan ayrıldı), Çövmen ile ağıllar arasında koşuşturuyorlardı. Oğlaklar ile büyükler ayrılıyor, sürü ile gidecekler bir tarafa, ağılda kalacaklar başka tarafa sürülüyordu. Oğlakları Mehmet Ali güdecek, Celal abi ise keçileri Adalık (çay kenarı) tarafından dağa doğru sürecekti.

Bizim seslenmemizle köpekler bize doğru hamle yaptılar hemen teyzem onları geri çağırdı ve bize doğru gelip keçi ile oğlağı elimizden alıp sürüye dahil etti. İki oğlak ise oğlak sürüsüne katıldılar. Benim alnı sakar oğlak ana sürüye girmişti. Diğer oğlaklardan biraz iriceydi. Çövmenin önünde dumanı tütmekte olan bir ocak, ocaktaki saç ayaklar üzerine kondurulmuş içi süt dolu kalaylı kazanlar, ısran, maşa ve birkaç kap kacak duruyordu…

Belime bağlı olan yağlık içindeki ekmeğin bir kısmını orada çıkarıp Çövmen’e bıraktık. Birazını yine çıkına sarıp belime bağlayıp, o zamana kadar pek fazla görmediğim teyze oğlum Celal abi ile keçileri sürüp çay kenarından ılgın ve çınar ağaçları arasından dağa doğru çıktık. Karşı taraflarda adını çok duyduğum mevkiiler vardı. Tahtalık, Kesmeli Yurt, Güvercin Armut, Arap Deresi, Yellice, Göz Taşı, Değirmen Deresi gibi.

İlk günü tamamlayıp akşama yurt denilen çövmen ve ağılların olduğu Akkaş’a geri döndük. Yorgundum ama mutluluk bundan daha baskındı. Keçi yoğurdu ile biber yoğurtlaması ve yanında domates, soğan akşam yemeğimizdi. Sonraki akşamların çoğunda olacağı gibi… (Çobanın ne yemeği olacaktı ki. Bunu öğrenmiştim mesela)

Sonraki günler aynı olaylar tekrar edip gidiyordu. Keçilere seslenmeler çok ilginç geliyordu bana;
- Fiyaaahhh…, Çi çi çiiii…, Ahay ahaaay ahayyy, Çiççimm ha çiii... Köpeklere seslenmeler de keza ilginçti, Saldır demek mesela : Varıvahaaa, tuuuttt… En keyifli zaman ise derin bir vadi içinden akan Değirmen Deresi’nde elimizdeki sopalarla balık avlamaya çalışmak, çam kabuğu ile ağaçlardan yapılan oyuncak su değirmenlerine dere su ayırarak girdap yaptırıp değirmen çevirtmekti…

Günler böyle akıp geçerken başka bölgelere de geçme zamanı gelmişti. Artık karşı yönde olan buğday, arpa ve nohutlar ile hayvan yemi olarak kullanılan yulaf, burçak ve mürdemek gibi bitkilerin toplanmasıyla “yaylım” yeri açılmaya başlanmıştı. Bu bölgeye geçmemize bir gün kalmıştı.

Değirmen Deresi tarafına son kez gittiğimiz gün öğle sonundaydık. Öğle sıcağında keçileri “eğret”tikten sonra geri dönüşe geçmiştik ki; gerilerden bir keçi sesi duyuldu. Celal abi hayvana seslendi birkaç kez, ama ses kesilmedi ve gelen de olmadı.

Ben bir tepe üzerine çıkıp kayalıklara bakıyordum. Celal abi kafasını sallayarak; “Bu senin sakar oğlak olmasın sakın” dedi ve geriye dönüp sesin geldiği kayalıklara doğru gözden kayboldu. Birmüddet sonra ise omuzunda benim sakar oğlak ile geri geldi. Kan ter içinde kalmıştı. Benim oğlak ön sağ ayağını nasıl becermişse becermiş ve kırmıştı. Ya kayalıklardan atlamaya çalıştı ya taşa kıstırdı, bilemedik. Hayvanın o halde sürü ile devam etmesi imkansız. Sırtımızda taşımamız da öyle. Çünkü çok uzak mesafedeyiz. Sürü durmuyor, dönüş yoluna girdi ve akşam ağılda tuz yalayacakları için hızlı gidiyorlar.

Celal abi tecrübeli tabii ki bu konularda. Yakınlarımızdaki ağaçlardan düzgün ve sağlam 3 tane çubuk kesti. Bunların ikisi kısa biri uzunca idi. Yanımızdaki yağlık ve iplerle bu çubukları oğlağın kırık kemiklerini düz tutacak şekilde bağladı ve oğlağı bıraktı. Hayvan biraz aksak ama hızlıca sürüye dahil oldu. Biraz sevindik oğlak yürüyor diye ama ben suçlandım. Çünkü oğlağıma sahip çıkamamış ve sakatlanmasına sebep olmuştum. Anama ve babama ne diyebilirdim? Yüzlerce keçinin içinde bir tek o sakatlanmıştı. Ağlasam mı, kızsam mı karmakarışık duygulardaydım. Celal abi beni teselli ediyordu. “Akşama ayağını sıcak hamur karar bağlarız, biraz da yağlarız, sonra sağlam tahtalarla iyice sıkarız; çabuk kaynar kemiği iyileşir o” diyordu... Öyle de yaptık. Biraz uzun olmakla beraber iyileşti ayağı.
Birkaç hafta sonra benim çobanlık maceram sonlandı. Çünkü sürü yine yer değiştirecek, başka yurtluklara gidecekti. Çok güzel anılar ve renkli zamanlar geçirdiğim “Keçi Çobanlığı” tecrübem olmuştu.

Çövmede yatmış, çoban yemekleri yemiş, un eleyip hamur yoğurmuş, darı ekmeği pişirip, elenen unun kalanından köpeklere “tepit” yapmış, yavru köpekler ile kedilere de “yal” karmıştım. Ama tadı damağımda hep kalacak olan keçi yoğurdu ile yapılan yoğurtlamayı hiç unutmamıştım. O özel bir lezzet olmuştu. Bir daha o lezzeti hiç bulamamıştım. Halen de bulamıyorum...