Yüzlerce yıllık ritüel: EREN GÜNÜ – D20Haber
26.04.2024, Cuma
14 °C / 28 °C Denizli Hava Durumu
  1. ANA SAYFA
  2. /
  3. ÖZGÜN İÇERİK
  4. /
  5. BİR FOTOĞRAF VE HİKAYESİ
  6. /
  7. Yüzlerce yıllık ritüel: EREN GÜNÜ

Yüzlerce yıllık ritüel: EREN GÜNÜ

A- A+
Zeki Akakça / D20HABER
Yayınlanma: 12 Ağustos 2022 Cuma - 09:00Güncelleme: 12 Ağustos 2022 Cuma - 18:41
Yüzlerce yıllık ritüel: EREN GÜNÜ

Orta Asya kurgan mezarları kültürüne dayanan bir ritüeldir Eren Günü. Beyağaçlılar ile Köyceğizlileri, her yıl ağustos ayının son perşembe günü Sandıras dağının zirvesindeki Çeçekbaba’da buluşturur. İşte bu buluşmaya sayılı günler kala, çocukluğumdan kalan Eren Günü anılarını sizlerle paylaşmak istedim. İşte o anekdotlar…

Seni “Eren’e götüreyim mi?” sorusu veya “seni bu yıl Eren’e götüreceğim” cümlesi ile başlardı tüm heyecan. Ne hayaller kurulur, ne heyecanlar, ne coşkular yaşanırdı bu sözlerin sonrasında.

Kırsalın sınırlı sosyal faaliyetleri içine hapsolmuş küçük bir çocuk için tasvir edilemeyecek büyüklükte bir organizasyondu “Eren’e gitmek”…

Yıl içinde defalarca Eren’e dair sohbetlere tanık olmuşluk ve bazen de abartılı anlatımların etkisiyle rüyalarda yaşanmışlık halleri olurdu bu konuda.

“Eren zamanı”nı belirleyen yörenin ileri gelenleri çevre köyler ve “dağların öte yüzü”ndeki yerleşim alanlarında bulunan tanıdıklara aylar evvelinden haber gönderirler yahut oralara gidip gelenlerle belirlenen günü paylaşırlardı.

Sonra denirdi ki; bu yıl Eren’e falanca gün gidilecek. Bundan sonrası işlerin düzene sokulması, zamanın planlanması, o zaman dilimine olabildiğince az iş bırakılması gibi çalışmalarla geçerdi.

Eren zamanı gelip çattığında evlerde mini bir telaş yaşanır, hazırlıklar gözden geçirilir, yolculukta lazım olacaklar ile Eren’de kullanılacak malzemeler ayarlanırdı.

Konaklanacak yerde gereken, çul-çaput, yatak, heybe, torba, un, yağ, tuz, hamur leğeni, mini bir saç mutlaka alınırdı. Bir ayrıcalıklı konu ise bolca “iri tuz” ile “Kartal Munarı”ndan su taşımak için yedek testi alınması olurdu.

Zira Eren yerinde su yoktu ve su oradan hızlı gidiş dönüş ile bir saatlik zamanda getirilebilirdi. Taşınan bu su ile kurban temizlenir kalanı ile ekmek, yemek yapılır, yetmezse tekrar gidilirdi.

Tuz ise burada en gerekli malzemelerden sayılırdı. Kurbanın dersi kokmasın diye hemen iri tuz ile tuzlanır kenara kaldırılırdı. Ayrıca kurban etinin ocak karşısında pişirilip tütsülenmesi sırasında da bol miktarda iri tuz kullanılırdı.

Eren yolculuğunun başlayacağı gün (ki bu Eren gününden bir gün öncedir) sabah olmadan yola çıkan da olur, ineğini keçisini sağıp yiyeceğini verip kuşluk vaktinde çıkan da…

Yol uzundur, kimileri yükünü eşeğine, kimileri katırına yükleyip varsa çocuğunu eşeğin ya da katırın semerine yoksa kendisi başlangıçta binerek yolculuğa başlarlardı. Bir kısım insan da konu komşusunun hayvanlarına eşyalarını yükleyip yaya olarak onlarla yola düşerdi.

Sırtında bebeği ile gelenler de olur, biraz büyükçe çocuğu ile yaya yürüyenlerde, kimisi yürüyemez ağlar kimisi koşarak herkesten önde giderdi. Kayıp zamanın bir yerinde yahut başka bir dünyanın yaşamını anlatır gibi ortamda gerçekleşirdi tüm anlatılanlar.

Yolculuk süresince kaynak sularının başlarında molalar verilir, hem yürüyen insanlar hem yük taşıyan hayvanlar soluklanırdı. Bolca eskiye dair yol hikâyeleri anlatılır, yarenlikler edilirdi. O sayede yol yorgunluğu az hissedilir veya azaltılmaya çalışılırdı.

Günün akşama döndüğü saatlerde yeri önceden belirlenmiş konaklama noktalarına ulaşılır, yükler indirilir, olabildiğince az eşya ve basit kurulumlarla bir gece geçirilecek “yurtluk” ihtiyaca göre dizayn edilmiş olurdu.

Bu konaklama alanları, Eren bölgesine kısa sürede ulaşılacak mesafelerde olacak şekilde seçilirdi. Kimileri atalarından bildikleri bu yerlere kolay adapte olur, kimileri ilk kez tanırdı. Bu alanlar-yurtluklar mutlaka kaynak suyunun olduğu yerlerde bulunurdu. Önceden de kullanılmış (Keçi çobanları tarafından) olan bu yerlere “yurt” denirdi. Hacı Yusuf Yurdu, Han Deresi, Yoncalı Dere, İnce Bel, Dokuz Çövmenler ve Boyalı Dere, Kesmeli Yurt bunlardan bazılarıydı.

Konaklama yerine yerleşme sonrası kadınlar, taşlarla çevrili ocakları elden geçirir, ateşi yakar, saçları ocağa koyup, unu leğenlere döküp ekmek yapmak için çalışmaya başlardı.

Diğer yandan da yemekler yapılır topluca yemek yenirdi. Daha sonra yanında meyve getirenler ikramlarda bulunurlardı (üzüm, elma, kavun, karpuz bu tür yerlerde pek makbule geçerdi ve herkeste bu meyveler bulunmazdı).

Hep birlikte yenen yemek sonrası kısa süreli ocakbaşı sohbetleri yapılır, peşinden eğlenceye geçilirdi. Sipsi çalan sipsisi ile kabak kemanesi olan onunla olabildiği kadar nağmeleri dağın sessizliğine dağıtır, az önce ekmek yapılan leğenler ile su ısıtılan metal ibrikler ters çevrilerek müzik enstrümanı olarak kabak kemane ya da sipsiye eşlik ederlerdi.

O müziğin öylece dinlenip geçiştirilmesi de olmazdı tabi ki, bilenler ağır hava (zeybek-efe) oynar, sonrasında ise yörenin “gırık hava”ları coşkulu şekilde tahta kaşıklarla oynanırdı. Yorulan bedenlerin dinlenip şafak sökerken tekrar yol yürüyeceği hesap edilerek gecenin yarısına ulaşmadan herkes yanında getirdikleri çul-çaput, kilim, ehram, alaca ne varsa dolanıp-sarılıp uyumaya çalışırdı.

Şafak sökmeden yolculuğun liderliğini yapanlar “Eren yolcuları”nı uyandırır ve eşyalar tekrar hayvanlara yüklenerek yola düşülürdü. Hava aydınlanmadıysa ortam aydınlanana kadar çıra yakılarak patikalardan yürünecek yerler aydınlatılırdı.

Benzeri durum Sandıras dağının arka yüzü denen dağın güney tarafında da aynı bu şekilde yaşanırdı. Oradaki; Köyceğiz, Ağla, Otmanlar, Çayasar, Karaçam, Çövenli, Çokmaşat ve diğer köylerdeki insanlar önceden haberdar oldukları için köylerinden ayrılıp Eren Günü sabahı bu özel yerde buluşmak üzere yola çıkarlardı. Onların yurtlukları da yine su başlarında ve Eren’e yakın bölgelerde olurdu.

O tarafta yaşayanlar için bir ayrıcalık ise; Eren’e yakın köyler sabaha karşı evlerinden yola çıkıp buraya ulaşabilirlerdi. Yine bu bölgedeki insanlar Eren’in olduğu yerde odun olmadığı için önceden katır ve eşeklerle odun taşır ve o gün satarak gelir de elde ederlerdi.

Yola çıkanlar sabah erken saatlerde Eren yerine ulaşırlarken “gürültü çıkartmak” selamlamak veya haberdar etmek amaçlı havaya tüfek ve tabanca ile atışlar yaparlardı. Bu dağın güneyi ve kuzeyinden gelenlerce karşılıklı olurdu. Kimin önce ya da sonra atış yaptığının önemi olmazdı ama mutlaka karşılık alınır - verilirdi. Eren yerine gelindiğinde ise bu olay biterdi. Ta ki oradan ayrılış saatine kadar. O saat geldiğinde gruplar halinde güneyden gelenler o tarafa, kuzeyden gelenler bu tarafa yöneldiklerinde yine bu tabanca ve tüfek atışları yapılır ve dönüş yolculuğuna çıkılmış olurdu.

Eren yerine ulaşanların yaptıkları öncelikle bu bölgede satış yapan çobanlardan kurbanlık, odun satanlardan da odun satın almak olurdu (Odunun çıralı ve köz olacak türden olması tercih sebebi olurdu). Sonra o kurbanlıkla beraber “Eren mezarı ” etrafında üç, beş veya yedi kez dönülerek dua edilir ve kurban kesim işini gerçekleştirilirdi.

Kurban kesim işi öncesinde satın alınan odunlarla kurbanın etinin pişirileceği “ocak”ta yakılıp köz olmasına etrafındaki taşları ısıtmasına özen gösterilirdi.

Bu zamana kadar güneş kuşluk vaktine erişmiş, hava ısınmış olurdu. Çevreyi kesif bir isli duman hakim olur, bağrışmalar, hay-huylar telaşlı insanlar oturup sohbet edenler yılda bir kez burada buluşanlar ve saire alır başını giderdi.

Tüm bunların sonrasında öğle vakti yaklaşmış olurdu. Dileyenler “ortak sofra”ya dahil olurlardı. Ortak sofra; her kurban kesenin pişirdiği etinden bir parçasını getirerek oluşturulan ve kılınacak namaz sonrası beraberce yemek yenecek olan sofra idi.

Bunların sonrasında artık ritüel tamamlanmış olurdu. İnsanlar kurban etlerinin bir bölümünü burada yer, bir kısmını diğer kurban kesenlerle değiştirdikten sonra yanında getirdiği heybeye, torbaya usulünce doldurup geri dönüş yoluna koyulurdu (Buradan dönüşte getirilen etin, gidemeyen konu-komşuya dağıtılması, tadımlıkta olsa insanların bundan yararlanması kutsal sayılan inançlar arasındaydı).

Buradan dönerken Eren yerinden bir parça toprak, birkaç küçük taş almak adettendi. Taş ambara konur, toprak tarlaya serpilir, “bolluk ve bereket” dilenirdi.

Başka amaçlarla gelenler de burada dileklerde bulunurlardı; askerde oğlu olan onun sağ-salim gelmesi, evlenecek kızı oğlu olanın onları gönlünce evermesi, hasta olanların iyileşmesi ve benzeri beşeri dilek temenniler uzar giderdi.

Bu bir gelenek, bir inanış, bir ritüel, bir kültürel değerdir benim dağlarımda yüzlerce yıldır yaşanmakta olan. Benim belleğimdeki en renkli, en değerli ve en mistik zaman dilimidir unutulmayacak olan…

“Çocukluğumun Eren Günü Yolculukları”ndan bir bölümü aktarma telaşıydı benim ki, sürç-i lisan varsa affola…