Uzaktan bir kare ve Riga – D20Haber
20.04.2024, Cumartesi
13 °C / 18 °C Denizli Hava Durumu

Uzaktan bir kare ve Riga

A- A+
Zeki Akakça / D20HABER
Yayınlanma: 24 Ekim 2020 Cumartesi - 09:30Güncelleme: 24 Ekim 2020 Cumartesi - 11:22
Uzaktan bir kare ve Riga

Bir kare fotoğrafın arkasındaki hikayeyi merak eder insan kimi zaman. Kimi zaman da hikayeye konu olan bir kare fotoğrafı... Fotoğrafçıda iz bırakan fotoğraflar vardır kimi zaman, kimi zaman da iz bırakacak fotoğraf arayan fotoğrafçı... Bu noktadan bakışla yurt dışı seyahatlerimden birinde çektiğim "bir kare fotoğraf" ve arkasındaki hikayeyi okuyacaksınız

Ağaç işlenirse kağıt,
Kağıt kullanılırsa kitap,
Kitap okunursa bilgi,
Bilgi kullanırsa aydınlık olur.
Ya ağacı kesersen?

Yakın sayılacak bir zamanda kurucusu ve bir dönem yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığım "el sanatları" alanında faaliyet gösteren derneğimizin içinde yer aldığı AB projesi için yurt dışına çıkmıştım.

Bu kez yolculuk kuzeye yani Baltık Denizi kenarında yer alan Letonya ve Litvanya'ya idi. Proje kapsamında yapılacak olan sunumlardan birinde görev almıştım. Denizli/Türkiye de düğün geleneği anlatılacak ve ben de fotoğraflar eşliğinde sunum yapacaktım.

Toplantı ve sunum Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta olacaktı. Ancak ulaşımı ucuza getirmek adına yolculuğumuzu İstanbul-Riga / Letonya ve Litvanya / Vilnius'a otobüsle geçiş olarak planlamıştık. Bu sayede bir gece Letonya da konaklayacak, bir tam gün Riga ve çevresini gezip görme, değerlendirme fırsatımız olacaktı.

Planlandığımız gibi gerçekleşti seyahat. Hem Letonya da bir tam gün geçirme fırsatı hem de ülke hakkında kısa süreli fikir edinme şansı yakaladık.



Beraber seyahat ettiğimiz arkadaşlarımla öğle saatlerinde indiğimiz/ulaştığımız Riga, klasik bir kuzey Avrupa ülkesi görünümlü, daha çok Sovyet tarzı yaşamı ve yapılaşması ile dikkat çeken disiplinli bir kentti.

İlgimi çeken insanların uzun boylu, beyaz tenli ama pek soğuk görünümlü oluşlarıydı. Bizler Akdeniz iklimi insanları olarak hareketli, sıcak, konuşkan ve enerjisini yansıtanlar olduğumuz için buradaki donukluk biraz tuhaf geliyordu bana.

Otelimize yerleşme sonrası hemen kendimizi dışarı atmıştık arkadaşlarımla. Şehir içinde geziyor çevreyi tanımaya, şehrin simge yerlerini, yapılarını, meydanlarını anlamaya çalışıyorduk. Yorulduğumuz yerde ise oturup birşeyler atıştırmayı ihmal etmiyorduk. Uzun süre yürüyerek gezdiğimiz şehirde zaman epeyce gecikmesine rağmen bir türlü ortamın kararmadığı dikkatimi çekiyordu. Saatime bakıyorum çoktan gece olması gerek ama daha güneş batmamış. Meğer beyaz geceler denen döneme rastlamışız biz ve gecelerin iyice kısaldığı dönemdeymişiz. Bunu gece daha iyi fark ediyorum. Etraf kararmadığı için otelin koyu perdelerini çekerek uyumaya çalışmıştım.



Ertesi gün sabah erken sayılacak saatte uyanarak güne başlıyorduk. Hedefimizde bir gün önceden planladığımız Riga'nın sahil bandındaki Jurmela bölgesi var. Buraya karayolu ile ulaşıp, tren ile dönmeyi planlıyor ve öyle de gerçekleştiriyorduk.

Jurmela Riga bölgesinin turistik alanı ve sayfiye yeri. Ağaçlar arasında gizlenip kalmış yapılar. Ama soğuk renklerin hakim olduğu nadiren canlı renklerin görüldüğü bir yer. Baltık Denizi ise, soğuk ve o dönem dalgalı ama ona rağmen insanlar denize girme ve azıcık ortamı ısıtan güneşi değerlendirme telaşındalar.

İşte benim yazıma konu fotoğrafımı çektiğim yer burası. Yani Jurmela da bir cafe... Her turistik bölgede olduğu gibi burada da satıcılar, cafeler, eğlence mekanları ve kalbur üstü insanların olduğu belli evler ve diğer mekanlar bulunuyor.

Caddede yürürken önünden geçtiğim bir cafenin bahçesi konumunda olan yer dikkatimi çekiyor. Üzeri ve çevresi iklim gereği kapatılmış, yan cephelerden biri odunluk görünümlü şekilde düzenlenmiş. Raflarda odunlar sıralı ama arada iki rafta kesik kesik şekilde kitaplar konmuş ve hatta bir de gemici lambası yerleştirilmiş en başa. Dikkatimi çeken bu ortamı kimse yokken mekanın açık olan ön bölümünden müşteri gibi içeri (açık bahçe şeklinde düzenlenmiş üstünde çadır var) girerek acele ile iki kare fotoğraf çekip çıktım.

Ama merakımı da yenemedim. Caddenin karşısındaki kırmızı köşeye geçip mekanın nasıl kullanıldığını izlemeye başladım. Arkadaşlarım da acele edelim diye söyleniyorlardı bir yandan. Ama onlara kulak asmadım. Çok geçmeden içeriden yaşlı bir kadın çıktı. Ortada bulunan sobanın üst kapağını açıp raflardan bir kaç parça odunu alıp sobanın içine attı. Sonra bahçeden dışarı çıkıp yap taraftan bir miktar odunu kucağına alıp raftaki boşalan yere koydu. Tekrar içeri girip elinde bir içecekle gelip bu kez raflardan bir kitap alıp sobaya yakın masaya oturup okumaya başladı.

Merakımı gidermiş, çok sanatsal olmayan ama bana göre "fotoğraf" olacak konuyu değerlendirmiş ve de bir hikaye bulmuştum. İçinde çok mesaj barındıran, hatta bağıran bir fotoğraftı bu.

Ve bu fotoğrafı eğitim çalışmalarımda, sunumlarda kullandım. Tabi ki hikayesini de anlatarak. İşte benim felsefemi yansıtan bir konu idi bu. Fotoğraf yavan bir yemek gibi yenip içilip geçilmemeli ya da ego tatmin amaçlı bir sanat dalı olmanın ötesinde içinde kültür, yaşam ve renk taşımalıydı. Öyle de oldu. Siz ne dersiniz peki?