Derin bir vadinin iki yakasında kurulu köylerin ortak değerinden söz edeceğim bu kez. O vadiye uzanıp bilinenlerin dışında farklı fotoğrafları göstermeye, gösteremediklerimi anlatmaya çalışacağım. Dağların doruklarından, kayaların kovuklarından akıp gelen suyun hikayesidir bu...
Bozdağ’ın kırçıllı kayalarının, dev ardıçlarının, küçük yaylalarının içinden geçip, havasını soluyup, çiçeklerini koklamak ayrı bir mutluluktur. Oraların manzarasını seyretmek kadar dağın kanı-canı olan sularını da bilip görmekte yarar var.
O sular ki bilinmeyen zamandan günümüze kadar hep o dağlardan akıp durdular. Sonra insanlar gelip ondan yararlanmanın yollarını aradılar.
İki köy arasında bir vadi, dağın zirvelerinden başlayıp ovaya doğru inen derin bir dere, hatta bilimsel adı ile fay kırığı. Turistik adı ile de Kanyon!
Bozdağ’ın güneyine Hüsniye Çayı’na doğru inen derin vadilerden birinin tabanından akan soğuk sudan söz ediyorum bu kez.
Dağlardaki karlar eriyip aşağılara doğru akışıyla ya da yağmurlarla gelen sularının şekillendirdiği bir coğrafya burası.
Kendi keyfince akıp çaylara güç veren, durmayıp denizlere-göllere doğru koşan bu su hep böyle akmayacaktı elbette.
İşte bu suyun sahibi olma mücadelesini verdi yıllar yılı iki köyün yaşayanları.
Öyle ya; su hayat, su bolluk, su bereket, su zenginlik demekti. Suya sahip olmak gücü ele geçirmek demekti…
O köyler Acıpayam’ın Olukbaşı ve Benlik köyleriydi.
Zaman içinde bu iki köyün insanları arazilerini sulamak, zahirelerini öğütmek, değirmenlerini döndürmek için suyu paylaşmayı ya da dönüşümlü kullanmayı başardı.
Yıllarca bu iki köy arasındaki bölgede yürüyüşler yaptım, fotoğraf için gittim, televizyon programı çekimleri için gittim. Kimi zaman Benlik köyünden başlayıp Bozdağ’a doğru tırmandım, kimi zaman Olukbaşı köyünden başlayıp Benlik köyüne uzandım. Kimi zaman bu derin kanyona Geyran ve Çatak bölgesinden girdim kimi zaman macera duyguma gem vuramayıp iki köyün arasındaki en derin yerinden yukarıya şelaleye doğru çıkmayı denedim.
Her bir deneyim ayrı bir heyecan ayrı bir keyif ve ayrı keşifler demekti.
Baharı da yaşadım buralarda sonbaharı da…
Renklerin cilveleşmesine de tanığım, soğuğun hırçınlığına da.
Kamp kurup sabaha kadar rüzgar sesi de dinledim zirvelerine tırmanmak için günlere gün de ekledim.
Olukbaşı köyünden yürüyüp Geyran bölgesinden vadi tabanına inerek buradaki doğal ortamın keyfini de yaşadım, suyun gücünden yararlanmak için elektrik üretme sistemlerini tanıdım alabalık çiftliği ve hayvancılık faaliyetlerini de yakından gördüm.
Ama hiç birisi kanyon içindeki heyecan ve adrenalin yüklü zamanların yerini tutmadı. An oldu gökyüzünü göremediğimiz yerlerden geçip açık alanlara ulaştık, an oldu küçücük deliklerden tek tek geçerek yürüyüşler gerçekleştirdik.
Özellikle vadinin ağzı ya da kanyonun en açık alanı olarak bilinen (şimdilerde önü kapatılıp tesisler yapılan bölge) yerden yukarıya şelaleye doğru ip ile tırmanışımız, soğuk sulara düşüşlerimiz işte o heyecanın tadı başka bir yerde yoktu.
Neden bunları anlatıyorum?
Bu saatten sonra artık bu bakir bölge eski doğal haline geri dönemeyecek.
Zira TURİZM adına buraya yapay göletler, yürüyüş yolları ve kanyon içi ahşap gezi parkurları inşa edildi. Turizm geliri elde edilmek üzere yatırımlar yapıldı.
Bu yapılanlara çok karşı değilim, herkes bu güzelliklerden yararlanmalı, bu değerleri görmeli ama bizim insanımız henüz doğaya sahip çıkma olgunluğuna erişemedi ki.
Oraya ilk kez giden bir daha hiç gelmeyecekmiş yahut başkası yararlanmayacakmış gibi davranıyor. Bunun çok örneği var çevremizde. Umar ve beklerim ki ben yanılayım ve mahçup olayım!
Demem o ki Olukbaşı/Benlik Kanyonu’nun o müthiş görüntüsü, vahşi yapısı ve doğal haliyle gelecek nesillere de kalmalı. Tertemiz akan soğuk suyu hep öyle akmalıydı. Fakat çağın insanı olan bizler her şeyi sadece kendimiz için kullanmaya kodlanmışız ve yok etmeye çalışıyoruz.
Niçin bunu yapıyoruz? Hangi hakla her şeyi tüketmeye yok etmeye çalışıyoruz?
Bunların cevabını bulmak için hiç çabalamıyoruz.
Çok uzattım; iki köy arası bir vadi, ister kanyon olsun, ister dere adı…
Oralarda hep birileri vardı ve hep olmalı…
Doğa bize miras kalmadı, gelecek emanet alındı…