El- Parmak Balık Avı – D20Haber
19.04.2024, Cuma
11 °C / 27 °C Denizli Hava Durumu

El- Parmak Balık Avı

A- A+
Zeki Akakça / D20HABER
Yayınlanma: 17 Ekim 2020 Cumartesi - 09:31Güncelleme: 17 Ekim 2020 Cumartesi - 11:02
El- Parmak Balık Avı

Kaybolan gelenekler ya da onların kodlarını bir yerlere sıkıştırıp yarınlara taşımalı insan. Bunu bir görev, bir sorumluluk belki de kültüre sahip çıkma olarak görmeli. Bu sayede günümüzün moda sözcüğü “sürdürülebilirlik” kavramı belki anlamlı hale gelir. Doğa ve doğada yaşayanların yaşamlarının devamı için bir katkı olur belki.

Küçük yaşlarımda çok net olarak hatırladığım bir gelenek vardı köyümde. Çok renkli, heyecanlı ve özenerek bakardım. Çoğunlukla ben gidemezdim. Çünkü orada çocuklar yalnız başlarına olamazdı. Ya kendinden büyük bir akrabası ya da babası ile gitmek zorunda idi. Bu sevimli, heyecanlı gelenek evdeki işleri yapan, tütün kıran, tarla sulama işleriyle ilgilenenler ile çiftçilikle uğraşanların zaman yaratarak yaptığı bir şeydi.

Köyün içinden sayılacak kadar yakınından geçen çayda elleriyle balık avlardı inanlar. İşte o av törenine “el parmak balık avı” denirdi. Ne demek “el-parmak” eller ve parmakların en etkili kullanıldığı bir av yöntemiydi. Ama bir o kadar vücudun diğer uzuvları da kullanılırdı. Örneğin ayak, diz, hatta göbek…

Sıcak yaz gününün sıkıcı havasında bir farklılık olsun, hayatlarına bir renk gelsin hep sebze yenen ailece sofralarına yeni bir tat eklensin diye de yapılırdı el parmak balık avı. O zamanlar balık ağı, olta ve diğer av malzemeleri pek bilinmezdi herhalde. Yasak olmasına rağmen patlayıcı ile av yapanlar olduğu duyulurdu ama. Patlayıcı hem tehlikeli hem yasak ve bulmak kolay olmazdı.

Konu-komşu çayda suyun biraz azaldığı zamanda, mümkünse öğle saatlerinde birbirine haber vererek çaya doğru yola çıkarlardı. Herkes birbirine yüksek sesle bağırır, duyan duymayana duyurur ve sepetler bıçaklar ve sepetçiler de dahil edilerek yola koyulunurdu.

Sepetçinin görevi çay kenarından yürüyüp suyun içindeki ortağı, dedesi, babası, amcası veya kardeşi her kim ise onunla devamlı göz göze olmak, onların tutup kenara attığı balıkları yıkayıp sepete koymak olurdu. Sepet yoksa dizi denilen aparat yapılırdı. Bu söğüt ağacının filizlerinden, Ilgın ağacının düzgün kısımlarından ya da püren ağacının uzun kısımlarından hazırlanırdı.

Bu av bir sosyal faaliyet, bir eğlence, imece usulüne benzeyen ama herkesin yakaladığını kendine aldığı bir av olarak bilinirdi. Zamanı olan veya eli boşa çıkan kim varsa çevresindekilere laf atarak av için ayartmaya da çalışırdı. Bazıları buna “avare işi” de derlerdi. Oysa bu sofraya başka bir yemek konması, bir sosyal ihtiyaç ve hatta eğlenceydi.

O avda ne sohbetler olurdu. Herkes birbiriyle şakalaşır, eski av anılarını anlatır, kaçan balıkların iriliği ve yakalananların lezzeti anlatıla anlatıla bitirilemezdi. Av için köyden ya da mahalleden toplananlar, gruplar halinde belli bir mevkiiden çaya toplu halde girerler ve suyun akış yönünde ilerleyerek taş, kök, kaya veya yosun ne varsa elleriyle yoklayarak bazen de yardımlaşarak suyun içinde ilerlerdi. Bu sırada ellerine geçen balıkları abartılı sözlerle tanımlayarak (kürek sapı gibi, yeni doğmuş çocuk kadar ya da oğlak gibi) yakalamaya çalışırlardı. O zamanlar çayda “ak balık, yatır, yılan balığı” gibi şimdilerde bulunmayan balıklar yakalanırdı. Hatta kunduz ve mevsime göre su tavuğu denen kuşların yuvalarına rastlanırdı.

El ile yakalanan balıklar, kenardan yürüyen sepetçiye veya diziciye seslenerek atılır ve o da bunun gereğini yapardı. Suya kalabalık girmenin avantajları vardı. Suya sıralı bir şekilde girilince su bulandırılır, gürültü çıkarılır ve balıkların paniklemesi sağlanarak avlanması kolaylaştırılmış olurdu. Suyun içinden ilerleyen balıkçılar ara ara kenara çıkıp ısınırlar ve ne kadar balık yakaladıklarına bakarlardı. Sonrasında zamana bağlı olarak avın bitirilmesi veya devamına karar verilirdi. Günün sonunda veya avın sonlandırılmasının ardından yine yaya olarak ama bu kez yorgun halde balık avcıları evlerinin yolunu tutarlardı. Bu av epey zaman sohbetlere konu olur bir sonrası için planlar yapılırdı.

Bugüne geldiğimizde ise; çocukluğumun bu renkli geleneğini tekrar yaşamak ve yeni kuşağa aktarmak adına köydeki çocukluk arkadaşlarımdan bazıları, akrabalarım ile tekrar etmeye çalışıyorum. Ama bu kez yöntemler biraz farklılık gösteriyor, eskisi kadar kalabalık bulmak mümkün olmuyor ve daha doğrusu bu tür bir zahmete katlanan az oluyor. Ama biz yine de yapıyoruz. İşte öylesi zamanlardan fotoğraflayabildiğim fotoğraflardan yola çıkarak bu yazıyı kaleme alabiliyorum.

Tabii ki o eski tatlar olmuyor o kadar kalabalık toplanmıyor. Örneğin sayı az olduğu için artık su çok bulanmıyor ve germe ağlardan yardım alıp suyun içimdeki kayalar ile köklerin çevresi bunlar tarafından kapatılıp suyun içine giriliyor, çok derin yerlerde nefes tutularak kayaların altındaki balık mağaralarına dalınıyor…

Günün sonunda yakalanan balıklar eşit şekilde pay ediliyor. Tam da burada çocukça ama adaletli bir yöntemi uyguluyoruz. Bu da bize eskilerden kalan bir öğreti. Tutulan balıklar kaça bölünecekse ona göre eşit şekilde bölünüyor. Bir kişi arkasına dönüyor diğerleri pay edilen balıkları görürken işaret ile paylardan biri gösteriliyor arkası dönük olan onun kime ait olduğunu söylüyor ve böylelikle bölüşmekte adalet sağlanmış oluyor.

Eğer av uzun süreli ve uzağa gidilerek gerçekleşmişse balığın bir bölümü orada yakılan ateşte pişirilerek yenir ve geri kalanı evlerde yenmek üzere getirilir. Bu faaliyet ile biraz farklı da olsa kaybolan geleneği çocuklarımıza aktarmaya çalışıyoruz.