Çıra ışığında balık avı – D20Haber
25.04.2025, Cuma
11 °C / 23 °C Denizli Hava Durumu

Çıra ışığında balık avı

A- A+
D20HABER
Yayınlanma: 8 Mayıs 2021 Cumartesi - 09:00Güncelleme: 10 Mayıs 2021 Pazartesi - 12:12
Çıra ışığında balık avı

Fotoğraf; bazı değerleri anımsamak, anımsatmak ve anlatmak için bahane oluyor kimi zaman. Sanırım yaş almanın gereği zaman zaman geçmişe yolculuklar yapıyor insan. Anılar, anlatılanlar, özlenenler, beklentiler arasında yitip gidiyor... Öyle bir an geliyor ki, tüm belleğindekilerin kaybolup gideceği hissine kapılıp paniklenebiliyor (bende böyle bir hal oluyor). İşte böyle anlarda aklıma ilk gelen konuyu bir şekilde aktarma derdine düşüyorum. Gerekli mi gereksiz mi? Değerlendirmesi okura kalıyor...

Şimdi bu da neyin nesi diyebilirsiniz?
Çıra ışığında balık avlamak, özel zamanların çok özel aktivitesidir benim yaşadığım coğrafyada. Hatta cümleyi biraz daha güncellemem gerekirse; özel zamanların ayrıcalıklı aktivitesiydi (!) demem gerekir. Zira bu geleneksel avlanma yöntemi de tarihin tozlu sayfalarında kaldı artık.

 

Konuyu baştan anlatmam gerekir.
Çocukluğumu yaşadığım köyümün hemen güneyindeki dağların eteğinden akan çay vardı (şimdi kanal). Çay kontrolsüz ve kendi keyfince akardı. Yağışın çok olduğu yıllarda dağlardan kopup gelen coşkun sular düze ulaştığında dağılır ve çok geniş alanlara yayılırdı.

Çay zaman zaman ekili tarlalara da dalardı! Sel gelir tarlaların sınırlarını, alanlarını değiştirirdi. Böyle olunca çayın aktığı bölgede “Adalık” denilen sulak alanlar oluşur, minik adacıklar, küçük küçük gölcükler ve ağırlıklı ılgın ile çınarlardan oluşan ağaçlar her tarafı kaplardı.

 

İşte bu adalık ve gölcükler çevresindeki yerlerden kaynayan sular da çayı beslerdi. Sulak alanlarda bolca balık ve su kuşları ile onlara bağlı yaşam zinciri vardı (tilki, domuz, çakal, sansar, ve diğerleri).

Vardı, olurdu, yaşardı gibi di-li geçmiş zamandan söz ediyorum.
Çünkü hepsi geride kaldı, zira çay “ıslah edildi”, yani kanal haline getirildi. Öyle olunca da o kadar canlının yaşadığı coğrafya, moda deyimle “yaşam alanı-habitat” yok oldu. Kuşlar, balıklar ve diğer canlılar kayboldu gitti.

 

İşte o zamanlar da “Hıdırellez” diyerek tanımlanan mayıs ayının birinci yarısında balıklar yumurtlamak için bu bölgeleri de kapsayan sığ ve temiz sulara çıkarlardı. Bu durum yöre halkınca “balık sökme” olarak tanımlanırdı. Balık sökümü zamanlarında bolluk ve av kolaylığı olurdu.

Memleketim insanı bu dönemde kalabalık gruplarla çaya balık avına giderlerdi. Bu av doğal olarak gündüz olamazdı. Zira gündüz balıklar güçlü akan ve derin sularda saklanır, gece sığ ve temiz sulara otların aralarına çıkarlardı.

 

Gündüz av için sözleşenler hazırlıklarını yapar, ekiplerini oluştururlardı. Bunun için adalıkları iyi bilen ve balıkların nerelere çıkacağını tahmin eden “bilge”lere de ihtiyaç olurdu.

Haberin DevamıReklam




Gece avı için hazırlığın en önemli safhası iyi yanacak ve etrafı “şavkartacak yağlı, akkın uzun çıralar” hazırlanırdı. Çıracılar bunları ip ile sırtlarına sarınarak yanlarında taşırlar, çıra kısalıp söndükçe yenilerini ilave ederlerdi. Avcılar ile onların avladıklarını toplayan “sepetçiler” koordineli olmak zorundaydılar. Zira karanlıkta kaçamayan balık ışığa doğru geleceği için avcının atak olması ve sepetçinin de yakalan balıkları iyi muhafaza etmesi gerekirdi.

 

Yılın bu zamanında çay kenarında aysız gecelerde onlarca çıracı ve bir o kadar da balıkçı adalıklarda bağıra-çağıra, nara atarak ve abartılı av muhabbetleriyle geceyi ısıtırlardı. Av gece yarılarında bittiği gibi, bazen sabaha karşı da bitebilirdi. Sonra avlanan balıklar paylaşılır ve ertesi güne yemek için hazırlanırdı.

Buraya kadar “çıra ile balık avı”nı anlattım. Asıl o avı bekleyenlerin keyif zamanı ise ertesi gündür. Ev halkınca temizlenen balıklar pişirilmeye hazır olması için hafif tuzlanarak bekletilir. Çay balığı ince kılçıklı olduğu için iyi pişirilmesi ve bol ekmekle yenmesi önerilirdi. (Bize öyle derlerdi bol ekmek yenirse kılçık boğaza takılmazmış)

 

Çay balığına asıl lezzeti veren ise darı (mısır) unudur. Darı ununa bulanan balık kaynar yağa atılır iyice kızarıncaya kadar ateşte tutulur. Pişen balıklar yine darı ekmeği ile yenir. Burada ki “olmazsa olmaz” ekmek veya balık bandırılacak sıvılıktaki “sarımsaklı erik ekşisi”dir. Bu sos aynı zamanda balığın ağır yağlı aromasını hafifletmek içindir. Ayrıca yemeğe ayrı bir zevk ve lezzette katar (dileyen balık kızartılan yağa biraz daha un ekleyip, kavurup, erik ekşi ilave ederek ve sarımsak da katarak biraz koyu kıvamlı sos hazırlayıp “ekşileme /cerpleme” de yapabilir).

Her Hıdırellez’de gerçekleşen bu av artık hafızalarda. Yeni kuşak bunu hiç bilmeyecek. Merak ederse okuyacak ya da büyüklerinden dinleyecek.

Günümüze geldiğimde ben halen bunları kendi oğullarıma ve yeğenlerime aktarmaya bu zevki onların da almasını sağlamak için mevcut koşullarda onları alıp derelere balık avlamaya götürüyorum. Çaya gidemiyoruz; zira o bizim suyunu içip, içinde yüzdüğümüz balığını avladığımız çaya kanalizasyon bağlanmış ve çöp boşaltılır olmuştur. O yüzden dağlardan çaya doğru akan derelere yolculuk yapıp o eski anıları tazelemeye ve bu kültür kodlarını yeni kuşağa aktarmaya çalışıyorum.

En baştaki ifadelerimi tekrarlamak istiyorum. Öyle bir an geliyor ki; tüm belleğindekilerin kaybolup gideceği hissine kapılıp panikliyorum.
Gerekli mi, değil mi diye git-gel yaşayarak belleğimdekileri yazıya dökmeye çalışıyorum.
Gerekli mi, değil mi?
Kararı siz verin…