Bin küsur yılın tanıklarına – D20Haber
23.04.2024, Salı
15 °C / 33 °C Denizli Hava Durumu

Bin küsur yılın tanıklarına

A- A+
D20HABER
Yayınlanma: 27 Şubat 2021 Cumartesi - 09:00Güncelleme: 27 Şubat 2021 Cumartesi - 09:58
Bin küsur yılın tanıklarına

Günümüz insanının aç gözlülüğünün tipik bir örneğini yaşadığımız Sandıras dağından çok küçük bir detay paylaşacağım bu kez. Savunmasız doğanın neler yaşayacağına tanıklık edeceğimiz zamana bir işarettir bu aynı zamanda. Ağaçların ayakta öldüğü yerlere bin küsur yılın tanıklarına götüreceğim sizleri… Denizli-Muğla sınırını oluşturan Batı Toros dağlarının en son noktasında biraz gezdireceğim. Kısaca “Sandıras Dağı” olarak adlandırılan ve zirvesine de “Çiçek Baba” denilen dağın kuzey ve güneyinde kısa bir tur atacağız beraberce. Ben “Sessizlerin sesi, dilsizlerin dili” olmaya çalışacağım.

Denizli ile Muğla illeri arasında doğal sınır oluşturan Sandıras dağları, Çiçek Baba zirvesinin batısından doğuya doğru uzanan havzadadır. “Anıt Karaçam Ormanları” da bölgenin bin yıllık tanıklarıdır. Resmi kayıtlarda Çiçek Baba zirvesini çevreleyen 1309 hektarlık alanı kapsayan bu bölge fiiliyatta sadece dağın kuzey kısmında korunaklı olarak kalmıştır.

Bu ormanlık alanın Muğla sınırında kalan kısmı ne yazık ki alınan koruma ve “I. Derece Doğal ve Arkeolojik SİT Alanı” kararına rağmen ağaçlar kesilip kereste (tomruk) çıra ve odun olarak değerlendirilmiştir. Yetmemiş bölgeye yollar açılmıştır. Şimdi de maden arama ve işletme ruhsatları verilme olaylarıyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu özel bölge, ülkemizdeki korumaya muhtaç en nadide ormanlık alanlarından biridir. (Kalan kısmı itibariyle)

Orman Bakanlığı kayıtlarında Tabiatı Koruma Alanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı (eski adıyla ) kayıtlarında I. Derece Doğal ve Arkeolojik SİT Alanı olarak geçen bölge kaderiyle baş başadır aslında.
Çevresindeki kendileriyle yaşıt ağaçların oluşturduğu ormanlık alanlar temizlenerek (kesilerek) bu bölge dağın bir bölümüne sıkıştırılıp kalmış leke gibidir. Adeta orman ve ağaçlar insanlardan korkarak dağın eteğine yapışmış “çoban çocuğu” gibidir.

Çok yaşlı ve iri ağaçların orman oluşturduğu bölgelerden tek başına kalmış bireylere kadar özel bir alan olan “Anıt Karaçam Ormanları” bin küsur yaşında ağaçların orman oluşturduğu bölge olarak Denizli ve Muğla’nın özel doğal alanlarının başında gelmektedir.

Öyle arzu edilir ve beklenir ki bu alan adını aldığı gibi doğal olarak varlığını sürdürüp, gelecek nesiller de bu değerlerden nasiplerini alsın! Yine umut odur ki, “bu düşünce” dilek ve temenni olmaktan ileriye gitsin!

“ANIT ORMANLAR” STATÜSÜNÜ ALIŞININ HİKAYESİ:

Bölgenin bu statüyü alışının hikayesini ne yazık ki bir çok kişi de bilmemektedir. Hikaye şöyle başlar: Yaklaşık 30 yıl kadar önce bu bölgenin ağaçlarının kesilmesi için planlamalar yapılır (Çünkü ona mücavir olan tüm bölgeler kesilmiştir).

Beyağaç ilçesinde iki ayrı orman kooperatifi Çiçekli bölgesi olarak bilinen alanın kendilerinin çalışacağı sınırlar içinde kaldığı gerekçesiyle kesim işini almak ister. Anlaşmazlık uzar ve konu şikayetler sonucu Orman Genel Müdürlüğe intikal eder. O zamanın yöneticileri de taraf olmamak ve ortamı yumuşatmak, işi soğutmak adına bu bölgedeki kesimi erteler.

1990 lı yıların başlarında dönemin atak bürokratlarından daha sonra devletin üst düzey yöneticileri arasında yer alan Adnan Kahveci ile TEMA Vakfı Kurucu Başkanı Hayrettin Karaca, güney bölgelerindeki ormanlık alanlarda gezerken bu bölgeye de uğrarlar. Gördükleri manzara karşısında şaşırırlar ve Adnan Kahveci ilgililere bölgeyi koruma altına almaları için talimat verdirir.

Böylelikle yöredeki hem arkeolojik hem de doğal bir değer olan Kartal Gölü’nü de içine alan 79 hektarlık küçük bir bölge “Tabiatı koruma alanı” olarak tescil görür.

Daha sonraki yıllarda bu alan (naçizane benim de doğrudan ve dolaylı çalışmalarımla) Orman Bakanlığı ile Kültür veTabiat Varlıkların Koruma Kurulu marifetiyle 1309 hektara çıkartılarak I. Derece Doğal ve Arkeolojik Sit alanı ilan edilir.

Bugün ne durumdadır, yarın ne olacaktır bunu yaşayıp görmek gerekir. Ama Anıt ormanlar oralara gelip gören, duyup anlayan, sevip sarmalayanlarıyla hemhal olmayı sürdürmektedir…



NASIL GİDİLİR?

Bu özel doğa parçasına gidebilmek için, Denizli ilinden Beyağaç ilçesine ulaşıp sonrasında orman yolunu takiben 25 kilometrelik bir mesafeyi araçla giderek ulaşılır. Özel araç ya da arazi aracı tavsiye edilir. Bölgeye yapılacak gezi ve gözlem için Beyağaç'ta bulunan Eskere Orman İşletme Müdürlüğü ya da güvenlik güçlerine bilgi vermek gerekir.

Bölgeye ulaşılan diğer yollar ise ise Muğla / Köyceğiz ilçesinden Yayla köyü (Ağla) üzerinden Gökçeova Göleti civarında kamp yapıp yaya yürüyerek veya yeni açılan Eren bölgesine çıkan yolun bir ksımı kullanılarak çıkılabilir. Bir diğer yol ise yakın zamanda Köyceğiz / Otmanlar köyü kuzey doğusundan Beyağaç’a doğru ilerlerken İncebel gediğinden açılan yolu izlemek şeklindedir. Yolları bilmeden bölgeye gitmemeniz önerilir.

BİN YILIN TANIKLARI

Hiç bilmediğimiz zamanın içinden çıkıp gelmişlerdi.
Tanımsız mekanlar, belirsiz zamanların ürünüydüler.
Neler yaşamış, neleri yaşayamamışlardı?
Onlar kayıp zamanın çocuklarıydılar.
Konuşup yazamazlardı.
Elleri bağlı, dilleri yabancıydı.
Hangi dilde konuşur hangi kalemle yazarlardı ki.
Anlayanlar için rüzgar diliyle konuşup, doğa diliyle yazarlardı!
Tarihin hangi dönemini anlatırlardı?
Bilmiyor, bilemiyor, anlayamıyoruz o kadar!

Kimden ya da kimler den mi söz ediyorum:
Elbette “ bin küsur yılın tanıkları” ndan…

Onlar,
Binlerce, yüz binlerce, belki de milyonlarca tohumdular
Çiçek açıp soldular, böcek olup uçtular.
Zamanın çok özel döneminde yurt bellediler kızıl kayalı tepeleri…
Rüzgâr dallarını kırdı, fırtına köklerini söktü.
Mantar olup patladılar, filiz verip boylandılar,
Kış soğuğunda donup, yaz sıcağında kavruldular.
Yok olmadılar; direnip bu güne geldiler…

Onlar;
bin üç yüz, belki de bin beş yüz yılın tanığıdırlar…
Yalnızlıklarını rüzgârlara
Acılarını dağlara verdiler.
Gözyaşları dere oldu,
Sevinçleri çiçeklere doldu…

Onlar;
Kızıl kayalı tepelerde bin küsur yıla tanıktılar,
tek başlarına hür kalıp
Ormanlar olup gürlediler,
Bulutlara özenip yükseldiler.

Nelere tanık oldular;
Dinlerin doğuşu,
Uygarlıkların kuruluşu,
Birçoğunun yok oluşu.
Savaşların acısı, barışların coşkusunu gördüler.



Her yıl, her yüz yıl,
ve hatta bin küsur yıl...
Yıldırımların acısı,
Yangınların sancısı,
İnsanların balta korkusuyla geçti

Şimdi onlar yakın dağların doruklarında
az kalmış sayıları,
onurlu duruşları
ve korkusuz yalnızlıklarını yaşıyorlar.
el ele, kol kola, omuz omuza
Kâh Zeybeğe duruyorlar, kâh halaya…

Ve onlar…

“Ağaçlar Ayakta Ölür” dercesine,
Zamandan öğrendiklerini bu güne gönderircesine
Zirvelerden kısık gözlerle bakıyorlar bize.

Anlaşılır bir telaşları var bu günlerde,
Çokça kaygılılar,
Belki hiç olmadıkları kadar ürküp-korkuyorlar

Neden?

Bir yanda Ege, diğer yanda Akdeniz tanık varlıklarına!
Azalmış sayıları, okunmamış yazıları, duyulmamış ezgileriyle
Acıklı türkülerini söylemekteler.
Duyana, duyup anlayana
Sevip sarmalayana!
Bir de bu yazıyı okuyanlara…