Taş Atölyeleri kim kurtardı? – D20Haber
24.04.2024, Çarşamba
18 °C / 34 °C Denizli Hava Durumu
  1. ANA SAYFA
  2. /
  3. YAZARLAR
  4. /
  5. Yaşar TOK
  6. /
  7. Taş Atölyeleri kim kurtardı?

Taş Atölyeleri kim kurtardı?

A- A+

Bu yazıya gözü ilişen herkese taze bir merhaba!
Yaklaşık bir yıl sonra okura ulaşmak güzel bir duygu.
Üstelik 10 yıla yaklaşan süre boyunca kentin seçilmişini, okumuşunu, zevatını, tutkulusunu meşgul eden müze gibi çok özel bir konuda ulaşmak daha da ilgi çekici.
Cumhuriyet dönemi Denizli’sinin müzmin bir sorunu olarak müze konusunu ilk kez kaleme dökmüyoruz.
Bu kentte 20 yılı bulan yazma serüvenimiz boyunca gazete, dergi köşelerinde yayımlanan yazılarımızdaki başlıca ilgi alanlarımızdan birisi, olmayan Denizli Müzesi’ydi.
Hazır yeniden gündemi meşgul etmeye başlamışken müzenin yazma vesilesi oluşturması, kalıp cümlelerle kahve muhabbetine meze yapılmasından fazlasını bekleyen okur için olduğu kadar, bizim için de kayda değer bir anlam içeriyor. Atölye binalarının müze yapılması için atılmış idari adımlar üzerine bu keyfi okurla paylaşmak, yazma edimini daha da anlamlı kılıyor.

***
Taş Atölyeler savaşlarının yeni bir raundundayız.
Konuya ilgi duyan ve bu ilgisini kamuoyu ile paylaşmak isteyen herkes kendi meşrebince savaşın içindeki mevziisini sağlama almaya çalışıyor.
Bizim savaşa bu biçimde girme arzumuz yok. Çünkü savaşın çatır çatır sürdüğü o aşamayı çoktan geride bıraktık.
Artık yeni bir aşamaya gelmiş veya gelmesi gereken Taş Atölyeler savaşı için bundan sonra harcanacak enerji, “Ne yapmalı, nasıl yapmalı” sorularında somutlaşan tercihlere yoğunlaşmak zorunda.
Bundan sonra asıl söz konusu olanın, nüfusu bir milyonu aşan orta Anadolu taşrasına ait ekonomik ve kültürel anlamda fenomen bir kentin, neredeyse yüz yıldan beri yüzkarasına dönüşen, oysa modern dünya da artık en temel kültürel kurumların başında gelen müze olgusunun hangi ihtiyacı karşılaması gerektiği; kısaca “nasıl bir müze?” sorusuna yanıt aranması gerektiğidir.

***

Taş Atölyeler konusunda verilen mücadelenin çeşitli boyutları var. İdari, hukuki, sosyal ve medya düzeyinde, neredeyse on yıla yayılan bu mücadele sürecidir bu. Yani topyekun bir kazanma uğraşı! Tek kişinin, tek bir grubun, kurumun ya da etki unsurunun değiştirdiği değil, hepsinin el ele vererek (gerçek anlamda el ele vermektir bu, o günleri hatırlayın!) kotardığı bir mücadele örneğidir. Okulun eski öğrencilerinden, iş insanlarına, kentin aydınından sivil toplum temsilcisine, meslek örgütünden duyarlı lise-üniversite öğrencisine, öğretim üyesine, habercisine kadar!

***

Şimdi de Belediye ve Valilik arasında, basında önü arkası sorgulanmadan pek abartılarak yer alan protokol haberlerinde sonra münasebetsiz tartışmalar ortalığı kapladı. Sosyal medyaya sıçrayarak gereksiz biçimde süren bu atışmaların müze tartışması olduğunu ve müzenin oluşumuna katkı vereceğini iddia etmek çok zor.
Taş Atölye tartışmalarına ilişkin geçmişe dönük yapılan hatırlatmalara yer vererek belleğimizi tazelemenin, sürmekte olan tartışmaların başka bir mecraya evrilmesine yardımı olur mu bilmem. Ama en azından bu hatırlatmanın gerekli olduğu, olan biteni unutmamak ve bundan sonra hangi konuda daha uyanık kalmak gerektiğini tayin etmek konusunda fikir verici olabilir.

***

Başlıktaki sorumuzu yeniden sorarak devam edelim:
Taş Atölyeleri kim kurtardı?
Her şeyden önce atölye binaları kendi kendini kurtardı. Bu bir metafor değil, buna döneceğim.
Hiç kimse, hiçbir kul burnunu oynatarak, parmağını kımıldatarak, çalı süpürgesine atlayıp büyülerle, tütsülerle atölye binalarının ayakta kalmasını sağlamadı.
Denizli kamuoyu kurumsal mücadelenin örneğine atölye binalarının geri kazanılması sürecinde ilk kez tanık olmadı elbette. Ancak son yirmi yıl içinde adeta bir tür eşik oluşturdu bu kazanım. On yılı aşkın devam eden vandallığa karşı gerçek bir başarı öyküsüne dönüştü.
İlk kazanımlardan birisi Forum Çamlık arazisinin satışı ve planlaması ile ilgili olanıydı. Ancak ne yazık ki ‘atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti’ ve hukuki kazanımın pratik uygulaması konusunda geriye yapılacak pek bir şey kalmamıştı.
İkinci kazanım, (bu kez adını tam yazalım) Şehit Öğretmen Yusuf Batur Endüstri Meslek Lisesi Taş Atölye binalarıdır. (Ne acı ki okulun öğretmenlerinden birinin, sorunlu bir öğrenci tarafından katledilmesi sonucu adeta kanla yazılmış bu adının, eğitimin sonraki yapılara taşınması ile birlikte değiştirilerek unutturulmuş olmasına karşı kamuoyunda hiçbir zaman tek satırlık bir yazı veya tepki biçimine –gözümden kaçmış olması olasılığını kabul ederim- tanık olmadım şimdiye kadar. Bir de okulun 60 yıllık tarihçesine ilişkin yapılan vefasızlığa, yok saymaya!)
Yani buradaki kazanım aynı zamanda bir toplumsal kültürün unutturulmasına, bir geleneğin hiçe sayılmasına, bir varoluşun keyfi idare maslahatına ve günümüzde vaka-iadiyeden sayılan saldırganlıklara kurban edilişine karşı elde edilmiştir.
Keza Dokuzkavaklar’da, semt hastanesi önündeki tek edilmiş yeşil alanın büyükşehir tarafından parsellenip satışa çıkarılmasının yine terk edenlerce dava konusu yapılmasıyla (Mimarlar Odasının da müdahil olduğu) mahkeme kararıyla iptal edilmek zorunda kalınması da aynı kamuoyu ve medya araçları tepkisinin sonucudur.

***
Taş atölyeler önce kendi kendini kurtardı dedik ya, bu gerçekten bir metafor ya da mizah değil. Kendisinden önce dönemin yerel idaresinin vandallığına kurban giden ve Mimarlar Odası Denizli Şubesinin o dönem adeta seyirci kaldığı Kız Meslek Lisesinin yıkılışı, yerel kamuoyu bilincini uyardı. Atölye binalarının tarihçesinin ne olduğuna ilişkin merak çoğaldı ve 1950’li yıllardaki planlaması, mimarının kim olduğu, yansıttığı mimari üslup, yapı tekniği ve malzemesi, Cumhuriyet dönemi mimarisi içindeki yeri… gibi faktörler, onun değerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı oldu. İşte bu anlaşılırlık binaların kurtulmasının asıl etkeni oldu. Sahip çıkılmasına yol açtı ve kent merkezinde yaşayan neredeyse herkesin ilgi odağına dönüştü.
Taş Atölyeleri kurtaranlardan bir başka etken ise kamuoyu oluşumudur. Hatırlayın! o dönem neredeyse tek bir kurumdan bile cılız da olsa olumsuz ses duyulmamıştı. Denizli Belediyesi bile Nihat Zeybekci’nin şahsı dışında sus pus olmuştu. Her mahkeme kararı karşısında aslan kesilen bakanlık kurumları dahi, atölye binalarının yıkılmaması gerektiğini zımni de olsa baştan kabullenmişti. Nitekim Mimarlar Odası Denizli Şubesinin açtığı dava sonuçlanıp atölyelerin korunması kararı çıktığında, arkeoloji müzesi yapılacağı gerekçesiyle yıkılmasına onca heveslenenlerden Celal Şimşek’te havlu atmak zorunda kalmıştı.

***
Hal böyleyken, Taş Atölyeleri kim kurtarmış oluyor? Haksızlık etmek istemem ama tek başına Mimarlar Odası Şubesinin açtığı davanın marifeti olarak görmek de doğru gelmiyor bana. O arzulu, istekli, dirençli kamuoyu, sivil toplum örgütleri, meslek kurumları, TMMOB, Baro vd. mücadeleye omuz vermeseydi, kim kazanırdı sizce? On yıllardır bunca hukuk garabetinin yaşandığı bu ülkede yanıtını vermek zor olmasa gerektir.
Aynı örnek, üzerinden henüz bir yıl geçmemiş olan Avdan Termik Santrali’ne karşı kent ölçeğinde verilen kamusal mücadele için de geçerlidir. O gün yine aynı kurumsal, bireysel ve kamusal mücadele topyekun verilmişti ve topyekun kazanıldı.
Tersini örneklemek gerekirse; son ay içinde basında yer bulan, Hierapolis kuzey kapısı ile Karahayıt arasındaki birinci derece sit alanı olarak korunan arazinin mahkeme kararıyla üçüncü dereceye düşürülmesi meselesinde neden seyirciyiz? Çünkü o kamuoyu tepkisi yok ortalıkta. Meydanı boş bulan kendi zeybeğini oynuyor görüldüğü üzere. Hiç kimse de çıkıp ben kazandım veya kaybettim diyemiyor!

***
TMMOB ve Mimarlar Odasının kentteki imar işleri ile ilgili açtığı davalara bakan Avukat Zafer Gönenç’le konuştuk bu yazı kaleme alınırken. Söz konusu davalara başından beri girip çıkan birisi olarak kanaatini sordum. Yanıtı şu oldu: “Benim gördüğüm kadarıyla, kazanılmış ya da kaybedilmiş olsun, hiçbir yargı davasında karşı tarafla birbirimizi anlayış içinde kabul etmemiz mümkün değil. Bu çok doğal. Çünkü herkes kendi bakış açısıyla davada yer alıyor ve kendi tasarımını gerçekleştirmek istiyor. Kazanılmış davaların çoğu idari kararlara karşı olduğu için, ilgili idare bu kaybına karşı bize hoşgörü göstermiyor. Sadece yargının yaptırımının gereğini yerine getiriyor. Bu nedenle kamuoyunun bütün sivil kurumlarıyla her an uyanık kalması ve sonraki aşamada yapılan işin ne ölçüde doğru olduğunun takipçisi olması gerekiyor.”

***
Taş Atölyeler dahil, son yıllarda yerel yönetimlerin idari kararlarına karşı sürdürülen hukuk mücadelelerinin kazanılmasında sivil bireylerin hiç mi katkıları yok? Buna, kendini sosyal medyada ifade edenlerden tutun, gazete köşelerinde yazı yazanlar, haberciler, konumu bireysel mücadeleye izin verenlerin hepsi dahil.
Bana kalırsa hayli etkili oluyorlar. Yukarıda örneklediğimiz Avdan Termik Santrali mücadelesi bu konuda en tipik ve belleklerdeki en taze kazanımdır. Büyükşehir Belediyesinin sonradan tek başına sahiplenmeye çalıştığı bu kazanım aslında bireysel tepkilerin çığ gibi büyümesi ve devamında güçlü bir platformun örgütlenmesi ile az zamanda çok iş başarılmasının örneğidir.
Taş Atölyeler için aynı yöntem geçerli değildir. Ancak, basında yazılıp çizilenlerin, haberlerin, köşe yazılarının, değerlendirmelerin ve sosyal medya eliyle örgütlenen oluşumların rolü çoktur.
Ancak bu kadardır. Fazlası bireye ait değil, bireyin giderek ait olduğu toplumsal bir örgütlenmenin (platformun-inisiyatifin-grubun), bir direnişin, protestonun, talebin başarısıdır.
Sonuçta bugün belediye ve valilik arasında bakanlık eliyle bir protokol yapıldı ve bu protokol çerçevesinde müze yapılmak üzere Taş Atölyeler üzerinde karar kılındıysa; henüz 7-8 yıl önce bölge koruma kurulunca “yıkılmasında sakınca yoktur” kararı alınırken, şimdi 100 yıllık cumhuriyet Denizli’sine müze olarak düzenlemek tasarlanıyorsa, bu başarıda herkesin karınca, kararınca katkısı olduğu inkar edilemez.
Taş atölyelere ilgi gösteren herkesin eli, dili, sözü ve kalemi değmiştir.