Yaklaşık iki yıldan beri devam eden Pamukkale’de dijital müze kurma tasarılarına yönelik eleştiri yazılarımız devam ediyor. Şimdiye kadar koruma politikalarına dair pek çok yazı kaleme aldık. Tehlike çoğunlukla anlık ya da marjinal düzeyde, kısmen telafi edilir olmuştu. Özellikle 2000 sonrası Pamukkale/Hierapolis’e reva görülen muamelenin şimdilerde çok yönlü saldırılar altında sürdüğünü gözlemliyoruz ki bu tehlike öyle pek geçici görünmüyor.
Geçen hafta yazdığımız yazının mürekkebi kurumadı. Ancak meramımız tek bir yazının sınırlarına hapsedilemeyecek denli uzun olduğundan devamını yazma ihtiyacı duyduğumuzu o yazının son satırında ilan etmiştik, devam edelim.
“Şehvet” sözcüğü hayli iç gıcıklayıcı değil mi? Bence de öyle. Ama antik kentin orta yerine münasebetsiz/ilgisiz/aykırı bir yapı kondurup oradan sürekli biçimde yüklüce paralar kaldırmayı tasarlayanları tarif etmek için açıklayıcı başka sözcük bulamıyorum.
Sen gel, iki bin küsur yıldır uyuyan bir antik kenti uyandır, son elli yılda görmediği çileye maruz bırak, yaptığın tahribatın haddi hesabı olmasın, bundan 25 yıl kadar önce her şeye rağmen denetim altına alacak dahili bir mevzuat oluştur…
Ama bir açıkgöz girişimci Kültür Bakanlığını (galiba daha çok Bakanın kendisini) sokak deyimiyle ‘kafaya alsın’, Türkiye’nin en gözde, en hassas ve en çok mali getirisi olan ören yerlerini hedefine koyup buraları kendi ticari işletmesine dönüştürme projeleri üretsin!
İşe Ayasofya’dan başlayıp Efes’le devam etsin, buralardaki ilgili kurullardan korumaya yönelik (ilginç bir durum bence) hukuki girişimde bulunanpek çıkmadığı için kör cesareti artan bu şirket ve avanesi Pamukkale, Kapadokya gibi yerel destinasyonları da lokasyonuna ekleyip kendi işletmesine dönüştürmeye girişsin!
Bu arada aynı girişimci şirket çıkar mekanizmasını kitabına uydurmak için devamlı statü değişikliğine vs. giderek mesela Denizli’deki (varsa başka yerlerdeki) yargı süreçlerinden kaçmayı, muaf kalmayı denesin!
Çıkan muhtelif ulusal haber ve açıklamaları, olayın sadece herhangi bir şirket girişimi olmadığını, bizzat Kültür ve Turizm Bakanı’nın yakınlarının başını çektiğini ‘iddia’ etsin!
Ve bu açıklama ve ‘iddiaların’ hiçbiri (ki buna bizim yazılarımız da dahil) ne bakan, ne bakanlık ve ne de yakınları tarafından yalansın!
***
Sözü çok mu uzattık?
Oysa bugünkü yazımızda Pamukkale koruma politikalarını oluşturan, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 13.12.1980 gün ve A-2587 sayılı kararıyla başlayıp, İzmir 11 Numaralı Koruma Kurulunun 19.6.1991 gün ve 2054 sayılı Pamukkale koruma ve geliştirme amaçlı imar planı kararını konuşacaktık. Bu planın uzmanları ve müelliflerinin şimdiki girişimleri hangi gerekçelerle eleştirdiklerini yazacaktık.
“Şehvet” sözcüğünden başlayalım. TDK Sözlük ikincil anlamını “aşırı istek” olarak açıklamış. Hatta “şehvetperest” bileşik sözcüğünü de ekleyip, “cinsel isteklerine aşırı derecede düşkün olan” diyerek oldukça net bir tanımlama yapmış. Biz herhangi bir işletmecinin şehvetini uyaranın aşırı/çok para kazanma hırsı olacağına hükmederek ‘cinsel’ boyutunu törpüleyip devam edelim, Ayasofya, Efes, Pamukkale, Kapadokya… Bu dört turizm merkezi Türkiye’nin en çok gelir getiren ören yerlerini kapsıyor. Şehvet kabartıcı değil mi? Basında çıkan 2023 yılı istatistiklerine kabaca bakalım: Ayasofya (2023’ün ilk yarısında 6 milyon civarı, yıllık toplamı 12-13 milyon), Efes (2 milyon 200 bin), Pamukkale (2 milyon 200 bin), Kapadokya (4 milyon 826.000) turisti ağırlamış geçen yıl. Sadece dört ören yeri ziyaretçi sayısı toplamı 21 milyon civarında, Türkiye nüfusununyaklaşık ¼ oranına eşit!
Peki, halihazırda (neredeyse hiçbir itirazla karşılaşmadan) kaşla göz arasında kurulan Efes dijital müzesinin aynı yıl içindeki geliri ne olmuş, işte bu açık bilgi değil, sır olarak saklanıyor. Aynısı Ayasofya için de geçerli. Ne Bakanlığın, ne de DÖSİM’in verdiği bilgiler arasında yıllık gişe gelirlerine ilişkin açıklama yok. Zaten artık pek çoğunda olduğu gibi bu bakanlığın sitelerinde de ezberlenmiş bürokrasi diline uygun içeriksiz verilen dışında hiçbir şey yayınlanmıyor.
“Şehvet”i anlatacaktım ya, işte bu gelirler öyle bir şehvete kurban gidiyor olmalı ki, sır olarak köşe bucak saklanmasının başkaca bir anlamı kalmıyor. Ve bu gelirlerin tahmini uçukluğu öyle cezbedici olmalı, yetmiyor, ‘şehvet’ Pamukklae/Hierapolis’e, Kapadokya’ya göz koymaya kadar uzanıyor.
***
Yaşanan gelişmelerin arka planında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından her yeri çekiştirilmekten tarumar olmuş koruma politikaları ve mevzuatı yer alıyor aslında. Bakanlığın ‘ilke kararı’ adı altında çeşitli düzeylerde sınıfladığı bu koruma statüleri, her an bir emirle içerik değiştirmeye müsait yönetmelik ve kararlardan ibaret. “Hassas koruma” nerede başlıyor, “Nitelikli koruma” nerede bitiyor, “Sürdürülebilir koruma”nın muhtevası ne? Bu ilke kararının uygulama sahasında yaşadığı onca sorundan haberdar değil mi Bakanlık, mümkün mü bu? Ama düzeltilmesi, kararlar arasındaki esnekliğin yitirilmesi demek, o esneklik ortadan kalkınca arkeoloji alanlar, ören yerlerinde başı boş at oynatmanın imkansız hale gelmese de zorlaşması demek. İşte o zaman da şehvetle göz koyulan ören yerlerinde dijital-mijital işlerin hukuka takılıp çıkar tezgahını engellenmesi işten değil. Neden kendi bindiği çıkarlar dalını kessin?
***
Bu yıl başka bir uygulamaya daha başladı Bakanlık. Kazı alanı olan ören yerlerine, başka kazılardan ya da üniversitelerin arkeoloji, sanat tarihi gibi bölüm öğretim üyelerinden “koordinatör” atamaları yaptı. Bu atamaların içeriği hayli sorunlu! Çünkü iş daha fazla kazı, daha fazla çalışma, daha çok açma, bakanlığa daha fazla getirisi olan merkezler oluşturma ve bununla kalmayıp, turistik hafriyatlar cehennemi yaratma politikası! Oysa koordinatörleri atayan ama hiçbir zaman, hiçbir kazıya yeterli ödenek sağlamayan da aynı bakanlık.Hangi parayla, hangi kaynakla yapacak muamma! Konuyu burada irdeleyip sıkmak istemiyorum ama önümüzdeki haftalarda mutlaka ele alıp yazmak istiyorum. Çünkü yapılmak istenen ne kültürel bir faaliyet ve zenginlik planı, ne de arkeolojinin ortak prensiplerine uygun programlar yapmak. Tamamen mevcut siyasal iktidarın “para gelsin de nasıl gelirse gelsin” anlayışının tipik örneği. Peki konumuzla ne ilgisi var derseniz, doğrudan değil ama dolaylı ilgisi bulunabilir. Hele Pamukkale ile ilgili olarak düşündüğümüzde bence daha doğrudan ilgiler üzerine konuşmak mümkün. Bunu şimdilik burada keselim. Ama notlarımız arasında bulunsun, unutmamış olalım.
***
Bu hafta yazmak istediğimiz “Pamukkale için dijital müze girişimine yönelik bilirkişi raporları dışında çeşitli uzman görüşleri”ydi. Bu görüşlerden yola çıkarak konunun sakıncalarını, yapılaşma tehlikelerini, Pamukkale’nin bu tehlikelerde kısa ve orta vadede nasıl etkileneceğini yazacaktık. Umarım haftaya tastamam ele alabiliriz.