I
Son günlerde Kültür ve Turizm Bakanı M. Nuri Ersoy ve TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) Başkanı Firuz Bağlıkaya arasındaki sessiz kavgada her iki taraf eteğindeki taşı bir anda boca ediverdi: Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, TÜRSAB için “Maalesef orada kokuşmuş bir yapı var. Bizim için sektörün en büyük STK’sı değil” diyerek kapalı kapılar ardındaki tartışmayı meydan güreşine çevirdi.
Buna karşılık TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya da “Bakanın TÜRSAB’a yönelik eleştirileri kendi şirketinin iç pazardaki tekeliyle ilgili… Biz bununla mücadele içindeyiz. Bizi bölmeye ve zayıflatmaya çalışıyor” yanıtıyla altta kalmadı. Hızını alamayan Bağlıkaya, yazılı açıklamasında Bakan’ı cahillikle suçlayarak “Bakan bize STK demiş, meslek örgütünün ne olduğunu da bilmiyor” demeciyle tartışmanın alevine adeta benzin döktü.
Oysa bu kavga yeni değil. Turizm camiası uzun zamandır her gün bu çatışmayla yatıp kalkıyor. Ulusal basına henüz yansıyan kavgayı aylar önceki yazımızda şu cümleyle ifade etmiştik: “TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya ve Bakan Ersoy arasında adeta ‘kanlı bıçaklı’ süren kavga böylece şirketlerin rant kavgasına dönüşüyor”. Bu kanaatimizin somut göstergelerini yine bu sütunlarda yayınlanan 19/07/2024 tarihli aynı köşe yazımızda özetledik, rant kavgası detaylarının meraklısı ilgili yazımıza göz atabilir.
Bu kavga bizi neden ilgilendiriyor?
İlkin 2023 yılı Mart ayında yazdık, geçen yaz aylarında daha fazlasını yazdık.
Denizli’de, Hierapolis ören yerinde, antik kentin orta yerine kondurulmak istenen dijital müze aslında yukarıda adı geçen tarafların rant kavgasının sahalarından biri. Önce ortak şirket, sonra ayrılan şirketler ve şirketlerin yöneticilerinden başlayarak birbirlerinin ayağına çelme takmalar vs. Hayli yorucu ve züğürdün çenesini yoran cinsten karma karışık ilişkiler yumağı!
Dijital müze projesi hakkında yeri, büyüklük ölçeği, öngörülen kültür mirası sergileme materyalleri, koruma statüsüyle çelişkisi, bakanlık ve işletmeci şirketle ilgili şaibeleri, müze alanı için hesaplanan metrekarenin ne kadarının işletme, ne kadarının müzeye ait olacağı vs. üzerinde duran netinlerdi yazdıklarımız. Dahası, kentin üzerine 20 yıldır çöreklenen iktidar yandaşı yöneticilerin keyfi tercihleri ve bizzat bakanlık ilişkili rant girişimini ifşa eden, bunu hilafsız şekilde kamu yararı, kamuoyu hafızası için yapan anlayışımızın açıklama ve yorumlarıydı.
Efes’te ve Ayasofya’da koruma hukukunu hiçe sayarak kurulan ve yasal süreçleri umursamayan anlayışların ürünü olan mevcut dijital müzeler, kamu yararı duyarlığına sahip her yurttaşın içini sızlatıyor. Denizli’de Mimarlar Odası tarafından proje aleyhine açılan dava, devamında Kapadokya’da kurulacağı bizzat bakanlıkça ilan edilen dijital müze projesinin durdurulması konusunda belirleyici olacak. Eğer burada durdurulabilir veya uzmanlarca önerilen daha uygun alanda, antik kentin birinci derece (hassas) koruma statüsünü ihlal etmeyecek şekilde sonuçlanırsa, en azından proje müellifler bu kadar arsız olmayacak, adım atmak istediklerinde ölçüyü bu derece kaçırmayıp kamuoyu talep ve beklentilerini dikkate alacak, örneğin Kapadokya’nın tahribatı için bu derece hevesli olamayacaklar.
Her şey bir yana, bu ülkedeki aynı koruma statüsüne sahip binlerce ören yerinden hiç biri ilgili bakanlığın (Kültür ve Turizm Bakanlığı) istediği gibi at koşturup talan edebileceği çiftlik değil. Bunu anlamaları gerek. Ama durup dururken anlamayacakları ortada! O halde iş yine sivil mücadele güçlerine düşüyor. Denizli’den başlayan Dijital Müze girişimine karşı mücadele, aynı zamanda yıllardır her yeri hallaç pamuğu gibi atan bakanlık zihniyetini alt etmenin de mücadelesi olacak. Ya da son zamanlar verdiği demeçlere “biz turizmciler” ifadesiyle başlayan Bakan’a, altındaki koltuğun turistik işletme koltuğu değil, kamusal bir yönetim biriminin koltuğu olduğunu öğretecek!
II
Peki dijital müze için halihazırda süren hukuk mücadelesi kentin kamuoyunda gerekli yankıyı neden uyandırmaz? Neden basının ve her şeye maydanoz yazar-çizer takımının ilgi alanına dahil olmaz?
Bu soruya yanıt vermek zor değil. Ancak gerekli mi? Sanmıyorum. Çünkü her konuyu nalıncı keseri gibi kendine yontan sosyal medya bağımlısı gazetecilik heveslileriyle, kamusal yararı öne alan düşünce ve eylem ortaklığı kurmanın yararına hiç inanmıyorum doğrusu. Geçelim.
III
Şimdilerde bazı grup yazışmalarında ve dolaylı dile gelen haberlerde, Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun Pamukkale/Hierapolis ören yerindeki dijital müzenin yeri konusunda yeniden araştırmalara girdiği bilgisi dolaşıma sokuluyor. Ne derece doğru olduğu bilinmiyor çünkü koruma kurul başkanlığı veya müdürlüğünün bu konuda bir açıklaması yok. Alınmış bir karar zaten yok. Bir de soru sorduğunuzda yanıt vermeyi önemseyecek açıklık politikasına değer veren sorumlu hiç yok.
Dolayısıyla insanın aklına birkaç olasılık geliyor; ilki gerçekten müze için biçilen yerin değişmesi gerektiğine Koruma Kurulunun da inanıyor olabileceği! Böyle bir açıklama yok. Sebebi ne olabilir? Belki de gelişmelerin seyrinin nereye varacağı hususunda netlik oluşmadığından kamuoyunu bilgilendirme konusunda çekimserlik olabilir. Yani diyelim ki, Hierapolis “kuzey giriş kapısında, akülü araçların da park yeri olarak kullandıkları boş arazi”de sondaj çalışmasına başlandığı söylentisi doğru olabilir. Bu iyi haberdir ama bilinmesi istenmez, neden?
İkincisi, daha önce örneklerini gördüğümüz üzere işin başındaki yerel sorumluların bakanlığa daha fazla yaranmak için kurumla ilişkili uyanıkların çevirdiği dolaplara aracılık ediyor olmaları ihtimali. Örneğin, Mimarlar Odasının açtığı davanın arkasından dolanıp hukuka takla attırmak için çevrilmesi muhtemel dolaplardan birine zemin hazırlanıyor olabilir!
Bir başka olasılık, devam eden davada, mahkemenin belirlenen yer hakkında vereceği kararın bakanlık aleyhine olabileceği kuşkusu olabilir. Yeni yer için arayış varsa eğer, sebebinin bu olması ihtimal dahilindedir.
Bilemiyoruz. Ortada şimdilik ne fol ne yumurta var. Ama söylenenler, yapılan paylaşımlar ve beklentiler, dijital müze için öngörülen önceki alanın yeri konusunda ilgili kurum temsilcilerinde bir kuşku ve arayışın belirmiş olabileceğini düşündürüyor.
IV
Denizli’de, Pamukkale’de, tam da travertenlerin suyunun neredeyse tükenme aşamasına ramak kaldığı bir zamanda, ören yerini ve doğal zenginliğini kamusal bir sorumlulukla sahiplenebilecek insanların ilgisini Dijital Müze gibi berbat bir konuya toplamak, en basit tanımla sorumsuzluğun dik alasıdır. Buna ortak olanların duyarlılıkları var mıdır bilmem. Bundan önceki hiçbir girişim ve faaliyetlerinde böyle bir vicdani ize rastlamadık. Bundan sonra da rastlamayacağımız aşikar sanki. Ne ki devran sadece kendilerinin yaşadığı dönemle sınırlı değil, bir hayaletin gölgesi gibi üzerinde dönenip durdukları şimdiki zamanların bir gün sonu gelecek. Bakanından başlayarak bu piramidin her merhalesindekilerin erken zamanda bunun farkında olmaları gerek.
Biz şimdilik, birbirinin boğazına sarılmış haldeki iki tarafın kavgası nasıl seyredecek, izlemekle yetinelim. Bu arada Hierapolis kültür mirasının bu kavganın altında kalmasını önlemek için mücadeleyi nasıl kazanabileceğimize kafa yoralım!
***
Okur için not:
Zaman aralığını tahmin edemediğim bir süre için yazılarıma zorunlu olarak ara vereceğim. Ama dönmeyi arzu ediyorum. Umarım bu aralık uzun sürmez, eleştirdiklerimizin hevesi kursağında kalır ve bu sütunlarda kaldığımız yerden yazmaya devam ederiz. Şimdilik hoşça kalın!