Denizli idari coğrafyası pek çok arkeolojik kent kalıntısına ev sahipliği yapıyor. Bu kentlerden biri de Tavas’a bağlı Kızılca ve Aydoğdu mahalleleri arasındaki Sebastapolis Antik Kenti. Adını çok sık duymadığımız ve arkeolojiye ilişkin farklı sorumlulukları üstlenen kurumların da gündeme getirmeyi gerekli saymadığı kentlerden!
Antik kentin yüzeye serpiştirilmiş haldeki nekropol (mezarlık) alanından başlayarak kamu yapılarının yoğunlaştığı kent merkezine kadar olan bölümünü 13 yıl sonra bir kez daha özel olarak gezip gözleme fırsatı buldum.
Gezip gördüklerimize geçmeden önce, koruma olarak adlandırdığımız idari sürecin ne olduğunu kısaca hatırlatmak istiyorum. Çünkü bu işi üstlenen kurum bir tane değil. Bakanlıktan başlıyor, üniversiteden vatandaşa kadar uzanıyor.
***
Denizli arkeolojik mirasının pek çok kenti olduğu bilinir. Kentlerin yanı sıra köprüler, kutsal alanlar, antik dönem yolları, kanallar, mezarlar bu mirasın artı zenginlikleri. İçinden geçtiği dönemin tarihini niteleyen bu mimari kalıntılar, geçmişten günümüze insanlığın yerleşik yaşam kültürü serüveninin örnekleri olarak bugüne ulaşmışlar. Onlara değer vermek, onları koruyup kollamak, onları gelecek kuşakların hayatına transfer edecek önlemleri almak veya modern dünyaya uyumlu projeler içinde sunmak şimdiki kamusal yönetimlerin tartışılmaz yasal görevlerinden birisi.
Bu görev, Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumluluk alanına dahil edilmiş durumda. Kültürel miras sınıfından sayılan söz konusu tarihi-arkeolojik zenginliğin doğa ve insan tahribatından korunması başta olmak üzere, ortaya çıkarılması/kazılması, restorasyonu, bunların bilimsel süreçlerle gerçekleşmesi için üniversiteler ve bilim insanlarıyla koordinasyon içinde çalışılması vs. hepsi de adı geçen bakanlığın başlıca ödevleri arasında.
Bu sorumluluklardan bir tanesi de, ortaya çıkabilecek adli-idari sorunlara müdahil olunarak kamusal değer ve hakların korunması ödevi!
Peki, bunca antik kent ve kalıntının her adımda izlerine rastlanan Denizli’de koruma önlemleri nasıl seyrediyor? Valilik, İl Kültür Turizm Müdürlüğü, Denizli Müzesi, Pamukkale Üniversitesi gibi başlıca kurumların ahvali ne durumda?
Bu sorunun yanıtı için yazımızın şimdiki çerçevesi yetersiz kalır. O nedenle yanıtımızı kısaca özetleyip geçelim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Denizli’de, tüm ülkede seyreden koruma politikalarından farklı bir yol izlemiyor elbette. Çokça eleştiri alan uygulama ve projeleriyle birlikte hakkını verdiği çalışmaları bulunduğunu zikretmeden geçmeyelim. Denizli Valiliği, dolayısıyla İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Bakanlık temsilcisi olarak merkezi politikaların uygulanması dışında, kendine görev ihdas edemez. Müze Müdürlüğü de pek farklı değil. Sadece kendisine tayin edilmiş görevleri yerine getirmekle yükümlü.
Üniversiteye gelince, bilimsel sorumluluk dışında idari bir görev olarak koruma politikalarının kazı alanlarında uygulanması konusunda hem bilimsel hem etik sorumluluk taşıyor. Çünkü kendine verilmiş kazı imtiyazının başlıca gerekleri bunlar. Yani aslına bakarsanız bu işin her açıdan hamallığını üniversiteler ve bilim insanları yapıyor. Ekibini kuruyor, yazın kavurucu sıcağında çıplak toprağı kazıyor, bulduklarını inceleyip, sınıflayıp, restore edip kayıt altına alarak envantere dönüştürüyor, gidip müzeye teslim ediyor, bunu yaparken 12 ay sorumluluk taşıyor, idari yöneticilerden farklı olarak çalışma özerkliği dışında, bütçe ve mali kaynakları dahil hiçbir avantajı olmadığını eklemek gerekiyor. Son halkayı vatandaşın koruma bilinci/bilinçlendirilmesi oluşturuyor.
Giriş olarak buraya kadar aktardıklarımız, aslında ortalama olarak her birimizin az buçuk kavradığı, bildiği şeyler. Uzatıp asıl konuya olan ilgimizi dağıtmadan devam edelim.
***
Sebastapolis’e ilk kez 2010 yıl yaz aylarında, dönemin yerel televizyonlarından biri için hazırladığım “Tarihin Peşinde” adlı kültür programı dizisi döneminde gittim. Kameraman arkadaşımla birlikte bize eşlik eden, dönemin Denizli Müzesi görevlilerinden arkeolog Ali Ceylan’dı. Çoğunluğu Roma Dönemine tarihlenen, Tavas ilçesine bağlı Herakleia Salbace (Vakıfköy), Herakleia Hieronu (Kızılcabölük), Apollonia Salbace (Medet) ve Sebastapolis(Kızılca)antik kentlerinin çekimini yapıyorduk. Ali Ceylan hem rehberimiz, hem programdaki uzman konuğumuzdu.
Arkeolog Ali Ceylan’ın o gün söyledikleri ve çekimini yaptığımız sahanın yüzeyine ait 2010 tarihli eski videoyu bir kez daha izledim. Antik kentin, Kızılca-Alaaddin (Acıpayam) yolunun 4. km’sinde, yol çevresine dağılmış nekropol kalıntılarını dolaşmış, kaçak kazılar üzerine sorulu-cevaplı diyaloglarla sürdürmüşüz gezimizi. O anlatmış, biz kayda almışız. Gerek duyduğumuz yerde sormuşuz, Ali Bey mesleğinin hakkını veren açıklamalarda bulunmuş.
Hakkında literatürde pek fazla bilgi bulunmayan Sebastapolis kendine özgü özelliği olan antik kentlerden. MS birinci yüzyıl civarında, Augustus ve Tiberius döneminde kurulmuş. Sebasta adı, Augustus ve sonrasında, Roma İmparatorlarının kendilerini tanrıyla ilahi olarak özdeş tuttukları dönemde, kendilerine bağlı yakınları ve özel çevresini tanımlamak için kullanılan bir sözcük. Kimi kaynaklar, etimolojisini antik Helen dilindeki Sebaste terimine dayandırsa da, çoğunlukla Roma ve Augustus dönemi ile ilişkili terim olarak kullanılıyor. (Semitik inanç kültleri ile ilgisi var mı, öğrenmeye değer.)Bölgede Sebaste ile başlayan bu tür yapıların ilkine Aphrodisias antik kentinde şahit oluyorduk hep. Erken Roma dönemine tarihlenen Sebasteion, şimdilerde Aphrodisias’ın harikalarından biri. “Tanrı İmparator”a saygı temalı, ona adanmış bir tapınak! Ama bir kentin adandığı türden örneklerden Karia bölgesinde benim bildiğin Sebastapolis’ten başkaca yok. Şimdilik tek örnek Kızılca’daki Sebastapolis.
Sebastapolis zamanla gelişmiş ve kendi adına sikke basmış. En fazla kalıntı nekropol alanında. Kent merkezini oluşturan höyük tepesinin doğusuna doğru birkaç yüz metre ilerlediğinizde stadiona ulaşılıyor. Ali Ceylan’ın yıllar önce tiyatro için söylediği, “biraz yukarıda, dağın eteğine doğru” ifadesine bakılırsa, kuzeye doğru 200 metre ileride kalıntılarına ulaşmak mümkün olabilir. Stadiondan batıya doğru döndüğünüzde, yaklaşık 300 metre sonra başlayan kentsel yapı kalıntıları giderek yoğunlaşıyor. Bunlar olasılıkla kamu yapılarına ait kalıntılar.
Antik şehrin konumu; Aydoğdu Dağı’nın güney batı yönünde, Kızılca’ya kadar uzanan ovanın başında, yerleşime 3 km. uzaklıkta yer alıyor. Kızılca’dan gelip Acıpayam Alaaddin Mahallesi’ne doğru yükselen yol nekropolün ortasından geçiyor. İki dağ yamacı arasındaki boğazda, Karia’nın iç Ege sınırlarını giderek Pisidia topraklarına bağlayan en önemli geçit noktasında kurulu. Pisidia’nın Karia sınırındaki Kibyra (Gölhisar) antik kenti ile en yakın kentlerden biri. Lidya yönünde gelen tarihi ticaret yoluna hayli yakın olduğu söylenebilir.
Şehrin ilk kalıntılarına vardığınızda yolun iki tarafı mermer mezar yontu parçaları ve kabartma süslemeleriyle hemen dikkati çekiyor. Neredeyse her mezar kalıntısının çevresi kaçak kazıya maruz kalmış. Her yer etrafa saçılmış lahit mezar parçalarıyla dolu. Geçtiğimiz yıl yine yolum düşmüş ve yol üstündeki kalıntılar arasında üstünkörü gezmiştim, şimdi gittiğimde, o zaman fotoğrafladığım rölyef süslemeli mermer parçalarının bazılarının artık yerinde olmadığını gördüm. En çok gördüğüm, birkaç adımda bir kazılmış çukurlar, parçalanmış mezar elemanları, keramik parçaları.
Stadion çukuru 150 mt. uzunluğunda ve cavea (stadionu çevreleyen izleyiciler için taş döşeme oturma sistemi) elemanlarından geriye pek kalıntı kalmamış olsa da, yeri net olarak korunmuş. Yüzeyi güney batı, yani kent merkezine yönüne doğru eğimli. Kent merkezine gitmek için sokak havası veren araziler arası yolları kullanıyoruz. Yol kenarlarına taşlar yığılmış, yer yer işlenmiş antik yapı elemanları sıralanmış. Höyük tepesi olarak adlandırılan, (bu adlandırma Kültür Bakanlığı portalına ait) kamu yapıları bölgesine yaklaştıkça hem tahribat izleri artıyor, hem kalıntıların yoğunluğu. Kazı sayısı ve derinliği(!) de o ölçüde artış gösteriyor. Yine Bakanlık portalının verdiği bilgilere dayanarak veriyorum ölçüyü; 7 metre yüksekliğinde, 150 metre çapında, tepesi düz, yer yer mermer veya taş yapı elemanlarının yapı çevresini sardığı, tepe düzlükte ve eteklerinde de hatırı sayılır elemanın bulunduğu bir yer. Burası kaçak kazı yapanların en gözde mekanı. Yapılan kazılar ve derinliğinden(!) bu anlaşılıyor. Çepeçevre fotoğraflayıp bir-iki küçük video çektik. Yol arkadaşım Hakan Keysan fotoğraflama işini üstlendi.
Gördüklerimiz karşısında içimiz acısa da, daha çok şaşkınlık yaşadık diyebilirim. Çünkü burası kuş uçmaz, kervan geçmez bir güzergah değil. Hayli işlek, Antalya – Denizli – İzmir karayoluna 20 km mesafede yer alıyor. Kolluk gücü olarak Jandarma’nın sorumluluk sahasında. Ama bakıyorsunuz, yapılan kazılar öyle karanlıkta, el yordamıyla eşelemeyle yapılacak işler değil. Kaçak kazı yapan vatandaş abartmıyorum, 6-7 metreyle ulaşan dikey bir derinlik yaratmış. En az iki apartman katı yüksekliği demek bu!
Üstelik farklı zamanlarda da olsa yan yana bir sıra halinde yapılmış kazılar. Höyük tepesinin güney yamacı tıpkı böyle. O kadar kararlı ve gözü kara kazılar ki, insanın bakarken gözü korkuyor.
***
Denizli Müzesi bu kazıların neresinde? Bölgenin hemen 10 km ilerisindeki yerleşim, Nikfer doğumlu olup bir dönem Tavas Belediye Başkanlığı yapan, şimdiki İl Kültür ve Turizm Müdürü konuya dair hiç mi ihbar almıyor veya merak duymuyor? Sadece merak olması hasebiyle sormuyorum bunları. Merakımın saikleri çok fazla. Ama yanıt alabilecek miyim bu yanıtlara, işte o konuda umutsuzum. Nedeni pek çok başka sebebin çağrışımlarına dayanıyor.
Çok değil, bundan dokuz ay önce Pamukkale’de yapılmak istenen “dijital müze” tasarısı ile ilgili bir yazı yazmıştım. İçeriğine, buradan bana ait köşe yazılarından ulaşılabilir. Yazının konusu açıkça Pamukkale’nin orta yerine, giriş gişelerini işleten şirketin tasarrufu olarak müze kurma projesiydi. Mimarlar Odası proje iptali için dava açtı ve daha sürüyor. Ondan mı bilmem, şimdilik bir hareket yok.
Geçtiğimiz hafta yine bir ören yerinde, Apollon Lairbenos’ta Çal Kaymakamlığı tarafından yapılan “günbatımı konseri”ne eleştirel uyarılarda bulunmuştum. O yazıya da aynı sayfa bağlantısından erişilebilir.
Tüm bunlar tesadüfi işler olabilir mi? Dünya mirası, ülkenin en çok turist çeken önemli destinasyonu Pamukkale’ye dijital müze adı altında 2500 metrekarelik yapı eklemek istiyorsunuz ve bunu doğrudan Bakan’ın arzusuna uyarak koruma kurullarından geçirip projelendiriyor, bunun için devletten yüz milyonlarca liralık teşvik veriyorsunuz.
Apollon Lairbenos gibi bir ören merkezini keyfi bir kararla ‘tanıtım’ adı altında tüccar mantığına kurban ediyor ve belki de gelecekte orayı her tür kullanıma açmak isteyecek, para için her şeyi mubah gören açgözlülere yol gösteriyorsunuz.
Yolumuz düşüyor, Sebastapolis’i yukarıda özetlediğimiz gibi görüyoruz. Kim bilir daha nerelerde neler var?
Koruma kurulları, çoğunlukla başvurmadığınız sürece herhangi bir alana ilişkin karar almıyor. İşleyişleri böylesi bir hantallık içinde.
Müzeler bakanlığın memur tayin ettiklerince yönetiliyor ve yönlendirilmedikleri sürece sorumluluk altına girmeyi arzu etmiyor.
Bakanlık temsilciliği ise idari olanın dışındaki işleri havale etmekle kalıyor.
Sonunda olan ören bölgelerine oluyor, tarihe oluyor, tarihsel mirasa oluyor.
Hiç olmazsa yazdıklarımızı ihbar kabul edip raportör vs. çıkarıp inceleseler diyorum.
Olur mu? Kim bilir?
SEBASTAPOLİS PERVASIZ ‘KAZILARI’ FOTOĞRAF ALBÜMÜ
1|
2|
3|
4|
5|
6|
7|
8|
9|
10|
11|
12|
13|
14|
15|
16|
17|
18|
19|
20|