“Modern ulusların çoğunda kökeni, yapısı ve ismi ne olursa olsun hükümdar neredeyse sınırsız yetkiye sahipken, bireyler gitgide acizliğin ve bağımlılığın son raddesine düşer.”
Alexis de Tocqueville 1840
Fransız siyaset bilimcinin Türkçeye “Demokratik Despotizm” adıyla çevrilen risale boyutlarında 120 sayfalık yapıtı adeta içi dolu turşucuk. Elde edenler için keyifli okumalar.
Ama ne kadar gerçekçi değil mi? Oysa henüz modernizmin şimdiki teknolojiyle haşır neşir, fantastik imgelerden örülü yapısı 1800’lerin ortalarına doğru yenice inşa edilmekteyken yazmış bunları. O çok şeyi öngörür ve bedelini Luis Bonaparte’ın (3. Napoleon) zindanlarında öderken, bizdeki daha dünden bugünü öngörememenin körlüğüne ne demeli?
Neyse ki son yerel seçim sonuçları bu toplumsal körlüğümüzü yüzümüze okkalı bir şamar gibi çarparken, ne kadar boşlukta ve bomboş yaşamakta olduğumuzu bize bir kez daha tanıtlamış oldu.
Şimdi okullu gibi olduk. Önlüklerimiz yıkanıp ütülendi, beyaz yakalıklar kolalandı, seçim sonuçlarının yüklediği ödevi gövdelerimizin çapıyla uyumlu sandalyelerimizde, koltuklarımızda harıl harıl ders çalışır gibi ter dökerek ifa etmeye başladık.
*****
Denizli yerel seçim sonuçları, Tocqueville’in yukarıda alıntıladığımız satırlarına pek uygun biçimde acizlik ve bağımlılığın pençesinde çırpınan herkesi çok yerde olduğu gibi burada da hazırlıksız yakaladı. Buna kazanan parti ve kadroları da dahil. Büyükşehire başkan seçilen Av. Bülent Nuri Çavuşoğlu, genel sekreter ve DESKİ Genel Müdürlüğünden başlayan süreçte hala daire müdürü atamalarını tamamlayabilmiş değil. Bekleyenlerden birisi de Kültür Daire Başkanlığı koltuğu.
Kabul edelim en fazla özellik isteyen koltuk da bu. Aday önce olgunlaşmış entelektüel birikimiyle farkını gösterecek. Öyle ansiklopedilerden, internet sayfalarından edinilmiş yarım yamalak veya kulaktan dolma, üstün körü kırıntılar toplamıyla değil ama! Neden mi?
Belediye çalışmaları, Osmanlı’nın kuruluşundan beri, zaten standardı yerleşmiş, ‘hizmet’ esasına dayanan faaliyetlerdir. Henüz Lonca, Kadılık, Vakıf sistemleriyle yönetildiği dönemde bile yerel yönetim organları hep aynı mesleği sürdürüyordu. 1930’lara kadar meri kalan 1877 tarihli Belediye Kanunu da farklı bir hizmet esası öngörmüyordu, Tüm bu mevzuat halen aynı belediye hizmetleri esasına haiz olarak geçerliğini devam ettiriyor.
Çoğunluğu uluslararası ve sözlük anlamıyla altyapı olarak ifade edilen çalışmalar bunlar. (Bu arada yeni yönetime hazin bir not: Aman ne olursun Çavuşoğlu Başkan, yerin altına altyapı, üstüne üstyapı diyen geçmişin arkaik-cahilane tanımlamasını terk edin! Üstyapının kültür, siyaset, bilim vs. gibi nitelikli içeriğini Arnavut kaldırımı görünümlü betondan taş döşeme işiyle eşitleyen eski belediyeci alışkanlığından uzak durun lütfen! Yerin altı da, üstü de aynı hizmet grubuna, yani altyapı kavramına dahildir. Bu son cümleyi akıl verme olarak addetmezsiniz umarım.)
Dolayısıyla altyapı hizmeti esasına dayanan belediye çalışmalarında liyakatin mesleki uygulamada değil ama yönetim mekanizmasının, organların yönetiminde önemli olduğunu sanıyorum. Yetkiler, ayrıcalıklar, sorumluluklar, ilişkiler liyakatin alanını oluşturuyor olmalı.
Oysa Kültür öyle mi? Hırsın, doyumsuzluğun, ego (ben) patlamalarının nerede, ne zaman ve nasıl nüksedeceği belli olmayan bir alan. Eminim partili partisiz pek çok şahıs şu anda kendini bu göreve fazlasıyla layık görmekte. Her birinin artık yakalığını değil ama epeydir buruşmuş eski moda kravatını kolalayıp ütüleyip sıradaki yerini almakta beis görmediğini sanıyorum.
*****
Kulağımıza çalındığı kadarıyla Kültür Daire Başkanlığı koltuğunun taliplisi çok! Hepsi de kendini bu işe içtenlikle layık görenler. Kimisi partili oluşuyla, kimisi akademisyen kimliğiyle, kimisi kendini ‘sanatçı’ saymasıyla, kimisi de sahip olmadığı ve olamayacağı nitelikleri kendinde farz görmesiyle listede yer alıyor veya listeye girmeye çalışıyor. Bunca taliplinin olması iyi bir şey mi bilemiyorum. Burada gerçekten kültürün-sanatın içinden gelen ve bunu bir yaşam biçimi olarak devam ettirenleri ayırdığım bilinsin.
*****
Kültür Daire Başkanlığı, muhtelif tarihli Belediye ve Büyükşehir kanunlarından oluşan mevzuata dayanarak oluşturulmuş. Denizli için hazırlanan, “Denizli Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’nın Teşkilat Yapısı ve Çalışma Esaslarına Dair Yönetmelik” kurumsal çerçeveyi belirlemiş ve teşkilat yapısı “MADDE 5- (1) Daire başkanlığının görevlerini etkin ve verimli bir şekilde yürütebilmesi için İdari İşler Şube Müdürlüğü, Kültür ve Sanat Şube Müdürlüğü, Eğitim Hizmetleri Şube Müdürlüğü, Turizm ve Tanıtım Şube Müdürlüğü, Konservatuvar Şube Müdürlüğü, Şehir Tiyatrosu Şube Müdürlüğü ve bu müdürlüklere bağlı şeflik/birimlerden oluşturulur.” maddesiyle kesinleşerek son halini almış.
Şimdi bu kurum neredeyse ilgili ilgisiz herkesin pençesiyle tutunmaya çalıştığı adeta bir tür ‘kurtlar sofrası’.
Biz sorarak devam edelim:
Merak ediyorum, bu işe talip olanlardan kaçının yukarıda 5. maddesini alıntıladığımız yönetmelikten haberi vardır acaba?
Bağlı müdürlükleri tek cümlede kim sayabilir?
Kaçının tiyatroyla, diğer sahne sanatlarıyla tanışıklığı vardır?
Konservatuvar eğitimine aşinalığı nedir?
Turizm ve tanıtma deyince ne anlıyordur? Sadece Pamukkale, olmayan Denizli Müzesi ve Laodikeia’dan ibaret mi görüyordur?
Kültür nedir, sanat neresindedir, neden kültür-sanattır da sadece kültür veya sanat değildir?
Yayın nedir, yayıncılık nedir, Denizli Büyükşehir Belediyesi yayınlarını hangi esas ve prensiplerle sürdürmek gerektiğine dair fikri var mıdır? Geçtim, kültür ve sanat yayıncılığının önemi nedir?
Belediye eğitim hizmetleri dairesinin kuruluş gayesi ne olabilir? Nasıl bir eğitim öngörülmelidir?
Sorular çoğaltılabilir ve çoğaldıkça adayın işi o derece zorlaşacaktır.
Şu unutulmamalı, Belediyeler, öyle sanıldığı gibi kamu işletmeleri değil, topluma hizmet kurumlarıdır, hele kültür sanat ‘işletilmeye’ hiç gelemez!
*****
Şimdiye kadar sanat algısı ‘meydana horoz heykeli dikmek’, “en büyük” horoz heykelini ‘seyir’ tepesine çakmak olarak gören bir zihniyetin çaresizce seyircisi olmak zorunda bırakıldık. Buna karşın yine de her birimiz kendi çapı, imkanları, ölçeği ve entelektüel birikimi nispetinde bu duruma itiraz etmeyi sürdürdük. Bazen başardık. (Örneğin şimdiki taş atölyeler Denizli Müzesi haline böyle geldi.) Bazen direnmek fayda etmedi, hezeyanlarıyla hayallerini karıştıran Zeybekci gibi eski başkanların Kız Meslek Lisesi katliamlarına içimiz yanarak seyirci kaldık. Ama bu kentte kültür ve sanat insanlarının olduğunu, nitelikli kalabilmek için “ben yaptım, oldu” zihniyetinin vandallığına karşı çıkmanın şart olduğunu inatla mücadele ederek gösterdik.
Tüm bunlardan sonra, şimdi Denizli Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı gibi çok özel olması gereken bir koltuğun taliplisi ince elenip, sık dokunan bir süzgeçten geçmeli.
Bunu söylemek, bunun peşini bırakmamak, şehrin nitelikli ve aydın kesimlerinin ödevi olmalı!