Uzun zamandır kullandığım, pek çok sahici olmayan durumu ifade eden “mış gibi” kavramı hayatımızın neredeyse her alanında var olmaya devam ediyor. Aslında gerçekte olmayan ama olmuş gibi yapmamızın genel adı. Bu cümleyi pek çok farklı alana adapte etmek mümkün. Gündelik hayatımız, duygularımız nedense hep “mış gibi”ler ile dolu. Özetle aslında olmayan bir şeyi olmuşçasına yorumlamak, düşünmek, hissetmek ve söylemek. Mış gibi, muş gibilere yönelik psikolojik analizler yapacak değilim, zaten uzmanlığım olmayan ve ahkâm kesemeyeceğim kadar da geniş bir konu.
Ancak birkaç konu özelinde bunu anlatmak gerekirse, en dikkat çekici durumun son zamanlarda gittikçe artan coronavirüs vakalarına rağmen gündelik hayatımızın salgın yok(MUŞ)çasına devam ediyor olması. Mart ortasında başlayan pandemi süreci ile hayatımız geriye dönülmez bir şekilde değişti. Evlerimize kapandık, hayatlarımız izole oldu, en yakınlarımıza sevgimizi ifade edebilmek için sarılmak bile tehlikeli bir durum oldu. Ardından 2-3 aylık bir periyodun sonunda bu büyük izolasyonu gevşetmeye, yeniden sokaklara, gündelik hayatımızın akışına dönmeye başladık. Sanki her şey normale dön(MÜŞ) gibi yapmaya başladık. Aslında bu erken yanılgı bizi pandeminin 2. dalgası ile karşı karşıya bırakmak üzere. Korkarım bu “mış gibi” yaşamaya devam etmenin hayatımızda nelere mal olabileceğine dair acı tecrübelerin eşiğindeyiz. Pandemi belki şu an mart ve nisan aylarından çok daha vahim bir durumda. Ama hayatımıza yönelik tedbirlerimizin o aylarla ilgisi yok. mart ve nisan aylarında yapılamayan düğünler, etkinlikler, aktiviteler dolu dizgin. Bu noktada toplum olarak biz “virüs yokmuş” gibi davranmaya devam ederken Sağlık Bakanlığı ve yetkililerin açıkladığı tablolarda başka bir “mış gibi” durumunu örnekliyor sanki. Zira her gün ekranlarda yayınlanan Turkuaz renkli günlük pandemi tablosu güvenilir ve inanılır olmaktan çıkmış durumda. Vaka sayısı varsa vardır, yoksa yoktur; mışı, muşu olmaz.
Bir başka “ mış gibi” meselemizin Doğu Akdeniz kaynaklı Yunanistan krizi olduğunu düşünüyorum. Hemen bu noktada Türkiye’nin öne sürdüğü tezlerinde, verdiği mücadelede ve yaptığı itirazlarında haklı olduğunu belirtmeliyim. Türkiye bütün uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını sonuna kadar savunuyor. Kendi kıta sahanlığımız içerisinde yer alan doğal kaynakları arama çalışmalarımız ve buna Yunanistan’ın son derece yersiz ve haksız itirazı ile başlayan süreçte arkasına Fransa’yı alması ile büyüyen bir kriz. Teknik ve dış politika konularının detayına girmeyeceğim ama burada yazının başlığı ile ilişkilendirdiğim durum şu: Son yıllarda Türk dış politikası “hamaset” eksenli bir yaklaşımla belirlenir oldu. Bu sebeple Mısır ve Suriye ile diplomatik ilişkilerimiz yok. Elçiliğimiz yok. Libya’da son anda oyun kurucu olabilmek adına masada kalabilmeyi becerdik. Yunanistan ise Türkiye’nin bu yalnızlığını çok iyi değerlendirerek bu ülkeler ile çeşitli ittifaklar kurdu. Biz ise şimdi haklılığımızı anlatacak kapı bulamıyoruz. Yunan tarafı tarih boyunca aldığı batı desteği ile yine “şımarık” bir politika izleyerek yalnızlığımızdan faydalanmaya çalışıyor. İşte tam da bu noktada “mış gibi” yürütülen diplomasi ile yıllardır söylenen “etkin ve oyun kurucu dış politika” iddiamızdan gittikçe uzaklaşıyor ve kabuğumuza çekiliyoruz. Diplomasi adına söylenecek ve yapılacak pek çok şey varken kendi egemenlik haklarımızı anlatabilecek platformları kaybediyoruz. Daha gerçekçi, akılcı ve “mış gibi” yapmadan uygulanacak politikalara ihtiyacımız var. Yoksa bu son krizde olduğu gibi haklı ama yalnız kalabiliriz.
Ekonomik konular ise “mış” ve “muş” gibilerin en yoğun olduğu alan. Rakamlar, veriler net olmasına rağmen gittikçe daralan bir ekonomik yapı söz konusu iken, ekonominin yöneticileri pembe tablolar ile her akşam ekranlarda boy gösteriyor. Doğu Akdeniz krizinde bile AB ülkeleri Yunan kışkırtmaları ile bize ekonomik yaptırımlardan söz edebiliyor. Kaldı ki Yunanistan ekonomisi tam olarak iflas etmiş bir ekonomi. Türkiye ekonomisi birkaç Avrupalı ülkenin tehdit edebileceği noktada olmamalı. Kimse Almanya için böyle bir iddiada bulunamaz mesela.
Gerçek ile gerçek zannettiklerimiz arasındaki fark çok belirgin Kendimizi gerçekte olana değil olması gerekene veya olmasını istediğimiz şeye inandırmanın sonuçları her alanda bedeller ödetmeye hazır…