Yoğun pandemi gündeminden artakalan gündemlere baktığımızda, üzerinde yazılıp çizilecek pek çok konu bulmak mümkün. Ama ortak bir payda bulduğumu düşündüğüm 3 (üç) konu, başlıkta da belirttiğim gibi: Ayasofya’nın müze statüsünden çıkarılıp cami olarak kullanılması, Barolar Birliği ile ilgili yasal düzenleme yapılarak '' Çoklu Baro'' kanununun gündeme gelmesi ve son olarak geçtiğimiz hafta sosyal medya platformlarının kapatılması yönündeki söylemler...
Ayasofya; İstanbul’un fethi ile cami olarak kullanılmaya başlanmış, o zamanki Ortodoks dünyasının simge kilisesi durumundaki muazzam bir yapıdır. Çağının çok ötesinde, hatta Mimar Sinan'ın yegane ilham kaynağı ve tüm hayatı boyunca rekabet ettiği bir mimari şaheser. Ama tabi konumuz onun mimari olarak ifade ettikleri değil. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra son derece doğal ve haklı sebeplerle Ayasofya’yı cami yapmıştır. Çünkü o dönemin dünyasında hakimiyet ve emperyalist iddiaların en belirgin ifadesi bu tarz kararlardı. O günün doğrusu bundan başkası olamazdı.
Ancak, 1935 yılında dönemin Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürüldü. O dönemin politik ortamına bakarsak; Genç Cumhuriyet, Faşist İtalya, Komünist Rusya gibi kanatlarda tehdit altında idi. Atatürk bu tehditlere karşı çeşitli ittifaklar kurarak tedbir almaya çalışıyordu. 1935 ortamında da Balkan ittifakı önem taşıyordu. İşte ‘’Müze’’ kararı da bu politik ortamda verilmiş bir karardı. Yani Fatih’in aldığı karar kadar olmasa da siyasi gereklilikleri vardı. Sonrasında Merhum Turgut Özal, Ayasofya'da ezan okunması ve namaz kılınması yönünde bir karar aldırttı. Hala de Ayasofya’da 5 vakit ezan okunmakta ve ‘’Hünkar Mahvili’’ olan alanda namaz kılınabilmektedir.
Ayasofya tartışmaları dönem dönem gündeme gelir. Son olarak tartışıldığında da Sn. Cumhurbaşkanı: ''Daha karşısındaki Sultan Ahmet'i cemaatle dolduramıyoruz, bunlar tuzak tartışmalardır.'' anlamında sözlerle konuyu kapatmıştı. Konunun Danıştay kararına bırakılıyor olmasını da manidar buluyorum. Daha önce bu kararlar Bakanlar Kurulu kararı olarak alınabiliyordu. Oysa şimdi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olarak çıkarılabilir. Gündem konusunda samimiyet varsa bu tek bir imza ile yasalaşabilir. Sonuç olarak konu ülke menfaatlerinin gereklerine göre siyasi kararlar almak mı yoksa gündemi değiştirecek siyasi konular üretmek mi...?
Barolar, Türkiye'de tüm avukatların temsil edildiği anayasal bir kurumdur. Daha pek çok meslek örgütü gibi ülkenin sivil inisiyatifliği anlamında oldukça güçlü bir yer tutar.
Gündemdeki tartışma özetle şu: Bir kentte 2000 (iki bin) imza ile yeni bir Baro örgütlenmesi oluşabilecek. İktidar kanadı kendi iddialarını Baroların siyasallaştığı avukatlık mesleği ve adalet mekanizmasına bu yapı ile hizmet etmesinin mümkün olmadığına dayandırıyor. Bu iddiasını sürdürürse sırada Mühendis ve Mimar Odaları, Tabipler Odası olacağı kesin gibi. Siyasallaşma iddiası nedense bu kurumlar muhalif söylemler dile getirdiğinde sorun oluyor. Oysa pek çok başka ''oda'', iktidar kanadına yakın ve hatta kimi zaman açıktan destek olduğunda onların siyasallaşması akıllara gelmiyor.
Bu arada eski bir Mimarlar Odası Başkanı olarak şu öz eleştiriyi yapmam gerek: Mimarlar ve Mühendisler Odası’nın genel merkez temsiliyetinin demokratik oluşmadığı, üye sayısına bağlı delege sistemi ile 3 (üç) büyük kentin bütün örgütün politikalarını tek başına belirlediğini, bunun da meslek alanlarında hak taleplerinin arka planlarına itilmesine sebep olduğunu; gerek görev süremde gerekse sonrasında hep dile getirdim. Ancak bu aksaklıkların üzerinden anayasal sistemle inşa edilen koca bir sistemi ve birikimi çöpe atmanın da demokratik yaklaşımlarla ilişkisi olmadığını söylemem gerek.
Barolar ile ilgili yasal düzenleme yapacaksınız ama bunu Barolara sormayacaksınız; sonra da avukatları özgürleştireceğiz diyeceksiniz..?
Çoklu Baronun sonunda bütün etnik, siyasi, mezhepsel ayrımlara göre Barolar oluşmaya başlarsa; bunu nasıl kontrol edecek, ülkenin tabanından başlayan bu tür bölünmelere karşı nasıl tedbir alacaksınız?
Barolar ve diğer meslek odalarında sorunlar vardır, olabilir ama çözümler onlar olmadan üretilemez. Ayrıca '' siyaset yapmak'' ülke sorunları ile dertlenmek, toplumsal konularda görüş vermek, temsil görevi olan kurumlar ve birey olarak hepimizin görevi. Bunu yaparken suç unsuru oluşturacak durumlar var ise buna yönelik tedbir almak, gerekli kovuşturmalar yapmak adaletin işi! Umarım bu da gündem değiştirme çabasından öte gitmez…
Geçtiğimiz hafta Berat ve Esra Albayrak çiftinin yeni doğan bebekleri üzerinden sosyal medyada insanlık dışı paylaşımlar yapılmış, ülkenin tüm kesimleri tarafından şiddetle kınanmıştı. Hemen ardından iktidar kanadı ve Sn. Cumhurbaşkanı tüm sosyal medyaya hatta Netflix kanalına cephe alan, kapatılabileceğini ifade eden sözler sarf etti. Ama en ironik olan ise MHP lideri Devlet Bahçeli'nin bir daha tweet atmayacağına dair kararı ve bu kararı yine Twitter’dan duyurması oldu.
Çeşitli internet ortamlarının ülke dışı kaynaklı olması, Türkiye'de temsilciliklerinin olmaması, çeşitli reklam geliri gibi konularda bu ülke kaynaklarından yararlanıp vergi ödememesi gibi konular benim de rahatsız olduğum durumlar. Ayrıca sosyal medyada yayılan her bilginin doğru olduğunu kabul ederek düşünce üreten ciddi bir kesimin var olması ve ülkenin hemen hemen her konuda bilgi kirliliğine maruz kaldığını da görmek gerek. Bir anlamda çeşitli mali ve teknik konularda denetlenebilir olmaları gerekir. Ama bu denetime ifade hürriyetini dahil etmeye kalkmak ise kabul edilemez. Sanırım Sn. Erdoğan'ın gençlerle yaptığı YouTube canlı yayının bir protesto mahiyetinde '' dislike'' (beğenmemek) edilmesi bardağı taşıran damla oldu.
Şu bir gerçek ki; ulusal medya kanalları bu kadar iktidar kontrolünde iken, haber alma konusunda sosyal medya pek çoğumuz açısından daha güvenli duruyor. Ülkedeki önemli yazarlar ve gazeteciler kendilerine ana kanallarda yer bulamadıkça, sosyal mecralar üzerinden düşüncelerini aktarabiliyorlar. Örneğin Ali Babacan'ın Cüneyt Özdemir’le yaptığı röportajın 3 (üç) milyona yakın izlenmesi iktidar açısından oldukça tedirgin edici idi. Ama Ali Babacan'ın ulusal televizyonlarda yer bulamamasına verilecek bir cevap yok. Bu, muhalif pek çok isim ve siyasetçi için de söz konusu.
Netflix’in ahlakımızı bozduğunu söyleyenlerin Türk dizilerindeki şiddet ve ahlaksızlıklara tepkisi nedir merak ediyorum. Kaldı ki Netflix para ödenerek izlenen bir kanal. İstemiyorsan izlemezsin. Ama bu çağda sosyal medyaya savaş açmanın kimseye yararı olmayacaktır. Daha özgürlükçü bir bakış açısı altında meseleye çözüm odaklı bakmak gerek.
Sonuç olarak; gerek Barolar ile ilgili düzenlemeler, gerekse sosyal medya gündemi; ifade hürriyeti konusunda henüz olmamız gereken yerde ve bakış açılarında olmadığımızı gösteriyor. Unutmamak gerekir ki yasakçı zihniyet sorun çözmez, büyütür...