Oğlum geldi İstanbul’dan bir kafa izni çıkarıp.
Sarışın tarçın kokulu, tüylü kardeş uykularına hasret, yuvanın sıcağına, annenin kucağına geldi.
Bende bir haftadır bir lezzet telaşı. Oğlan aşçı olunca, bildiğini unutuyor insan kırk yıldır yaptığı yemeğin soğanını doğrarken. Şu baharatı koysam mı, yoksa çok mu baskın olur, sarımsağı önce atsam aroması mı kaybolur, kabak tatlısının yardakçısı kaymak mı, yoksa tahin mi olur diye diye kendimle hasbıhal içindeyken birden titredim ve kendime geldim.
Yahu oğlan anne yemeği özlemiyle geliyor, kırk yıldır nasıl yapıyorsan ve 27 yıldır o nasıl seviyorsa aynısını yap!
İnsan neye özlem duyar, bildiğine. Bilmediğini özler misin?
Özenirsin, bilmediğini de özlemezsin. O zaman dedim özlediğini ver oğluna.
Dedim hesapsız şükür ki özleyecek, özlenecek, paylaşılmış, evlatla birlikte yeşertilmiş bir hayat var.
Ona yiyeceği mamayı, içeceği sütü, oynayacağı oyuncağı, okuyacağı okulu ve yüreğimdeki bir ömürlük sevgiyi verebilmişim.
Tek derdim mutlu bir çocuk yetiştirmek olmuş.
Aynı coğrafyanın kaderi kader olan kısmında doğduğum için bu şans elime verilmiş sanıyorum. Seçimin neye göre yapıldığını ben bilmiyorum, öte tarafa gidince sorabilirim.
Ama oraya gitmeden önce coğrafyamın kaderi keder olan kısmında, inşaatta amelelik yaparken düşüp ölen çocuğun- çocuk ve inşaat nasıl yan yana geliyor bunu da bilmiyorum- neden okul yerine inşaattın tepesinde olduğunu sorabilirim!
Oraya gitmeden önce, neden minicik çocukların ailelerine bakmak için okulu bırakıp çalıştıklarını ve bu görev değişikliğinin ne zaman ve ne sebeple yapıldığını sorabilirim!
Büyük biraderlerin pimini çektiği bombalar tepişirken, neden yüzlerce, binlerce, milyonlarca çocuğun patlaya patlaya öldüğünü sorabilirim!
Daha memeleri bir misket limonu kadar bile çıkmamış minicik bir kız çocuğunun para kazanmak için neden bedenini satmak zorunda kaldığını ve annenin hangi çaresizlikle buna izin verdiğini sorabilirim!
Parasızlıktan tarikatın pençesine düşmüş ailenin çocuğunun tacizden kurtulmak için neden kendini tarikat yurdunun penceresinden attığını sorabilirim?
Neden beş kuruş için daha adet görmemiş kızların yaşlı başlı andropoza girmiş heriflerin tükenesi libidolarına kurban edildiğini, mal gibi satıldığını sorabilirim
Zemherinin ayazında, ayağı yalın baldırı çıplak mini mini bebelerin şehrin ortasında canları pahasına neden bir mendil parasına kendilerini arabaların önüne attıklarını, morarmış dudaklarının, çatlamış ellerinin ve donmuş yüreklerinin sebebini sorabilirim!
Kamuflaj elbisesi giydirip elin memleketine gönderdiğin çocuğun, kamufle olamayıp neden öldüğünü sorabilirim!
En büyük biraderlerin en büyüğünün eski temsilcisinin bu elin memleketine kamuflajlı çocuk gönderme meselesinde ki dünyanın her yerinde var; neden yırtık dondan çıkar gibi üçüncü dünya savaşı tellallığı yaptığını sorabilirim!
“Güç yoluyla barış” demiş bu gereksiz şahsiyet ve ben kendisine Google Amca gibi aşağıdaki George Orwell’in eşsiz öngörüsüyle 1984 kitabında yazdığı şu 3 cümleyi işaret ederek “bunu mu demek istediniz “ diye sorabilirim;
SAVAŞ BARIŞTIR
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR
CEHALET GÜÇTÜR
Büyük biraderler fabrika ayarlarımızla oynarken bunları zihnimize yerleştirmeye çalışıyorlar biliyorum.
Aslında bütün soruların cevaplarını da biliyorum.
Ve nedenini değil, hesabını sormak istiyorum.
Dünyayı değiştirmek için kendimden başlamak istiyorum.
Hepimiz birer damlaysak, damlaya damlaya mermeri delelim istiyorum.
MASAL
Şiirin masalına kandım ben
kör kalemin ucundan
kar kağıda damlayan kandım ben
Anka'nın külündenharlayanközdüm
kartalın yolduğu kanattan
uçmayıöğrenmiş kazdım ben
Polyanna idi önümde giden
bardağın dolusundabir cici kızdım
güneşe çıktım
gölgemi kışa sattım
yazdım ben
korktum
ağladım
sevdim
ürktüm
gittim
sevdim
geldim
yazdım ben
Aylin MÜFTÜLER