Mimarlar Odası Denizli Şubesi Yönetim Kurulunda genç kuşağın temsilcisi olarak görev alan İlyas Ersöz ile Kahve Sohbetleri’nde mimariyi, yapılaşmayı, değişen Denizli’yi ve Pamukkale-Hierapolis’te planlanan Dijital Müze’yi konuştuk. Ersöz, mimarlar olarak kentsel suç işlenmemesi için gereken çabayı gösterdiklerini söyledi.
İlyas Ersöz, 1994 Denizli doğumlu. İlköğretim eğitimini Hürriyet İlköğretim Okulunda, ortaöğrenimi TEV Anadolu Lisesinde tamamladı. Üniversite eğitimine önce gıda mühendisliğiyle başladı. Mimarlık hayali olduğundan, ailesinden habersiz birinci sınıfta ayrılıp hayallerinin peşinden gitmek için yeniden sınava girdi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden 2019 yılında mezun oldu. Kendi ofisini açıp mesleğine başladı.
Legolarla oynarken mimarlık hayalleri kurmaya başladı. O hayal kafasında yer edindi ama üniversite sınavı sonrası yaptığı tercihle kendisini gıda mühendisliği okurken buldu. Mutlu değildi ve “bu böyle devam etmez” diyerek birinci sınıftan ayrıldı. Kendi kendine telkinde bulundu “Başarırsın İlyas” diye diye kendini motive etti ve bir yıl sonra üniversite sınavında başarı gösterip çok sevdiği mimarlık eğitimi için Osmangazi Üniversitesinin kapısında içeriye girdi. Genç bir mimar ve aynı zamanda Mimarlar Odası Denizli Şubesi yönetiminde de görev alarak mesleğini icra ediyor. Bundan sonrasını onun anlatımıyla aktarıyoruz…
“KALIPLARA SIĞMAK İSTEMEDİĞİMDEN MİMARLIĞI SEÇTİM”
Söze başlarken hayallerinden söz ettin ve mimarlığı çok istediğini söyledin. Size mimarlık hayali kurduran nedir?
Mimarlık yapmak büyük bir istekti bende, ailemizde inşaatla ilgilenen kimse olmamasına rağmen. Bilinç altımda nasıl yer etti bilmiyorum. Mimarlık farklı bir disiplin… 2+2’nin 4 etmediği, belli kalıpların olmadığı, ki -ben belli kalıplarda olmayı sevmeyenlerdenim- belki o yüzdendir. İşin entelektüel boyutu, ülke konjonktüründe inşaatın popüler olması bunlar da birer etken olabilir.
Belli kalıbın içinde sıkışmayı sevmiyorsunuz. Aslında mimarlık mesleği de kalıpları değiştiren, yeni şehirler yaratan, yeni yaşam alanları yaratan meslek. Buradan bakıldığında yola çıkışın ile mesleğe başladığın yıllar arasında değerlendirme yaparsanız, o hayallerine doğru yol aldığınızı hissediyor musunuz?
Ben şöyle şanslıyım… Tabiki daha hayal ettiğim noktalarda değilim ama o yolda ilerlediğimi hissediyorum. Ülkede değişkenlikler yaşanıyor, ancak ben çizdiğim yoldan, hayalime giden yoldan sapmadım.
Peki, değişmeyen hayallerinizin ne kadarını uygulayabiliyorsunuz?
Şu an büyük bölümünü uygulamaya çalışıyorum. Ancak piyasa şartları, ülkenin durumu uygulamada engeller çıkarıyor.
“UNUTKAN BİR MİLLETİZ, KAHRAMANMARAŞ DEPREMİNİ DE UNUTURUZ”
Bina yapmak çok önemli. Büyük bir depremin yıldönümündeyiz. Yapıların sağlam ve sağlıklı olması gerektiğini o deprem bir kez daha vurguladı. Türkiye’de belli periyotlarla depremler oluyor, binalar insanların tepesine göçüyor. Nerede hata yapıyoruz?
Biz unutkan bir milletiz. Hatalardan ders çıkarma konusunda yeterli bilinç oluşmadığını düşünüyorum. 1999 depremi, şimdi Kahramanmaraş depremi… Birkaç yıl sonra bu da unutulacak. Hata yapma konusu çok karışık bana göre. Bir hata var, tamam; onu ortadan kaldırmak yerine suçlu arıyoruz.
“İNŞAAT LEGO GİBİ, BİR BASAMAK ATLANILDIĞINDA SİSTEM ÇÖKÜYOR”
Suçlu aramak yerine neyi doğru yaparsak bundan sonra “ah” demeyiz?
Proje üretmenin birçok katmanı var. İki şey çok önemli. Bir tanesi yenilikçi olması, bir tanesi de bağlamsal olması. Projenin yeni bir şey söylemesine dikkat edilmeli ama bağlama da dikkat edilmeli, tüm gerekleri karşılaması lazım. En önemlisi de uygulanabilir olmalı. İş aslında burada başlıyor. Bir projenin tasarım kısmı yenilikçi düşünce ile birlikte ele alınmalı. Statik çözümlemesi, zemin verileri, ülkece çok uygulamıyoruz. Bunun elektrik projesi, mekanik projesi ve diğer katmanlarla birlikte ele alınması gerekiyor. Biz genelde hızlı yol alalım, bir yerlerden farklı şekilde dolanalım mantığıyla hareket ediyoruz. Bir basamak atlanınca bütün sistem dağılıyor, çöküyor.
O sistemi çökerten şey nedir? Ucuza mal etmek midir mesela?
Ucuza mal etme önemli bir parçası işin. Yanlış üretme tekniği… Sadece ucuza mal etmek değil olay aslında. Siz güzel bir mimari projenin yanlış bir statik çözümlemesini yaparsanız problem çıkar. Ucuza müteahhit hizmeti, ucuz işçilik, ucuza proje, yanlış yer seçimi… Tüm bunlar bir bütün.
Jeoloji gibi önemli bir parametre var, sanki onu da atlıyoruz…
Kolektif çalışmanın gerekliliği ortaya çıkıyor inşaatta. Süreçte birlikte yol alınması gerekiyor. Puzzle’ın bir parçasını çıkarıldığında bir yerde aksaklık meydana gelmesi doğaldır.
“PARA KAZANMA ODAKLI İŞLER YARALIYOR”
Ben bunu meslektaşlarınıza hep soruyorum, genç bir mimar olarak size de sorayım: Denizli’ye baktığınızda neyi çarpık, neyi yanlış, neyi doğru görüyorsunuz?
Denizli sanayileşmeyle birlikte hızlı gelişen bir şehir. Bunun sonucunda da planlanmayan bir gelişme yaşandığı için ister istemez çarpık yapılaşma söz konusu oluyor. Planlama yapılmadan günü kurtaran işler yapılıyor. Bunlar da şehrin kontrolden çıkmasına sebep oluyor. Sonuçta çarpık kentleşme ortaya çıkıyor. Sonrasında geçmişe saygı duyulmayan işlerle, para kazanma odaklı işlerle kendi kendimizi yaralıyoruz.
“MİMARİ ESKİSİNİ YIKIP YENİSİNİ YAPMAK DEĞİLDİR”
Bir mimar olarak bu kentin geçmişini merak ettiğinizi umuyorum. Denizli’ye baktığınızda geçmişe dair bir şey görebiliyor musunuz?
Geçmişe dair iz görmek çok zor. Mimari eskisini yıkıp yenisini yapmak değildir. Kültür ve gelenek coğrafyanın iklimine göre şekillenir. Tarihi gözardı etmemek lazım. Denizli’de bu gözardı edilmiş. Eski yapı olarak 10 tane gösteremem. Mesela Kız Meslek Lisesi yıkıldı. Taş Atölyeler, Mimarlar Odasının büyük çabalarıyla yıkılmaktan kurtarıldı. Şimdi yanan Hulusi Oral Evi’nin restorasyonuyla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Önemli değerdir bu yapı. Bir ev, bir yapı olarak düşünmeyelim sadece. Biz ülke olarak modernleşmeyi yanlış mı anladık acaba? Bina tipolojisiyle dünyanın her yerinde benzer binalarla aynı kentler oluşturmak mı? Böyle bir şey mi düşünülüyor? Şehirlere baktığınızda birbirlerinin benzeri yapılar hemen dikkati çekiyor. Buradan bakınca modernleşmeyi yanlış anladık gibi geliyor bana.
Anlatımlarından bu kentin geçmişine ihanet edilmiş gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Sizin meslektaşlarınızın bunda payı ne kadardır?
Mimarlık disiplininden bazen maddi kaygılar ve benzeri nedenlerle uzaklaşma önemli etken. Projeler illa bir mimarın elinden geçmiştir. Belki de en büyük suçlu bizleriz. Kendi değerlerimizden, kendi özümüzden ödün verme, mesleğimizin gereklerini görmezlikten gelme… Derinlemesine bir konu bu.
Şunun için soruyorum. Yurt dışına çıktığınızda gidilen kentlerde görüyorsunuz ki kentlerin kendine özgü yapılaşması korunmuş. Yeni yapılaşmada oralara dokunulmadan çevresinde banliyöler oluşturulmuş. Türkiye’de bunun örneklerini çok fazla göremiyoruz. Denizli’yi bu neden irdelemeye çalışıyorum.
Biz genelde “yıkıp yenisini yapalım, daha güzelini yapalım” diye düşünüyoruz ama “daha güzel” göreceli bir kavram. Burada koruyamamakta çok önemli. Koruyamamak gibi bir derdimiz var. “Yenisini, bize para kazandıracak şeyler üretelim” düşüncesinde olmamızdan çok pişmanlık duyacağız.
“DOĞRU YAPILAŞAMIYORUZ”
Bu kent büyüyor, nüfusu milyon geçti. Dolayısıyla yapılaşmaya ihtiyacı var bu kentin. Ancak yapılaşmada tercih edilen bölgelerde de hata yapıldı gibi sanki?
Buna katılıyorum. Seçim yapılan bölgede doğru yapılaşmıyoruz. Ben, apartmandan ziyade müstakil konut çalışması yapan biriyim. Müstakil, bahçeli bir konut yapıyoruz ama parseller küçük ve planlanmadığından komşunun bahçesiyle yan yanasınız. Bahçeli ev yapıyorsunuz, bahçe yok gibi bir şey.
Bir yerde yaşam alanı oluşturuyorsunuz, birinci öncelik konut, tamam. Ancak sosyal donatıların da olması gerekiyor. Parktır, yeşil alandır, okuldur, sosyal ve külterel tesistir. Denizli’de hangi yöne bakarsanız bakın bunları göremiyorsunuz…
Görememeniz çok normal, yok çünkü. Kent planlamasına en büyük ölçekten bakmak lazım. Ancak en küçüğünden, parselden bakıyoruz.
Yapılması gereken şehir plancısı, jeoloji mühendisi, inşaat mühendisi, mimarı bir araya getirmek, doğru ve düzenli bir kentleşmenin yolunu açmak değil mi?
Buna bugün başlasak uzun sürecek bir süreç. Bir anda değişim kolay değil, kimsenin elinde sihirli değnek yok. Kentsel dönüşüm bir başlama noktası olabilir ama bu laf olsun diye konuşulmamalı. Çok çalışmak lazım, zaman lazım. Avrupa’daki o şehirler birkaç yılda oluşmadı ki…
Bu konuda sivil toplum kuruluşu olarak önemli güce sahip meslek odaları bir araya gelip yerel yönetimlere baskı uygulamalı, sorumluluk almalı.
Mimarlar Odasının yönetim kurulunda olduğum için biliyorum, bunun çabasını veriyoruz. Tek binadan kenti ilgilendiren büyük yapılara kadar ilgileniyoruz. Kentsel bir suç işlenmemesi için elimizden geleni yapıyoruz. Ancak o kadar kolay da olmuyor. Siyasi sebepler, maddi sebepler… Bunun önüne ne kadar geçilebiliyor. Odaların bunlara engel olabilecek yetkileri ne kadar? Dava açıyorsunuz, kazanabiliyorsunuz, kaybedebiliyorsunuz. Bir sürü parametreleri var bunun.
Evet, Mimarlar Odası bu konuda mücadeleler veriyor. İmar planı değişikliklerine karşı davalar açıyor, en göze batanı da müzeye dönüştürülen taş yapılardır. Mimarlar Odası karşı durmasaydı yıkılacaktı. Oda başkanı seçileyim, bana kimlik oluştursun, süremi kimseyle kavga etmeden tamamlayayım yerine baskıcı yolu seçmeli oda yöneticileri, onu söylemeye çalışıyorum.
Doğru söylüyorsunuz. Mimarlar Odası olarak bu farkındalığı yerine getirmeye çalışıyoruz. Açtığımız davalar var, adli süreci devam edenler var. Mimarlar Odası bu işin lokomotiflerinden.
“MİMARLIK MESLEĞİNDE DÜNYA ORTALAMASININ ÜZERİNDEYİZ”
Örnek aldığınız bir Türk mimar var mı?
Türkiye mimarlık mesleğinde dünya ortalamasının üzerinde mimarlara sahip. Farklı ülkelerde tanınmış değerli yapılara imza atmış mimarlara sahibiz. Mimar Sinan gibi çok önemli bir şahsiyete sahibiz. Günümüzde Bünyamin Derman var, onu çok beğeniyorum. Emre Arolat iyi işler çıkarıyor.
“NİTELİKLİ, TARİHE SAYGILI, YENİLİKÇİ PROJEDEN YANAYIM”
Buradan size gelelim… “Bu kente imzamı atacaksın” denilen bir proje hazırla denilseydi nasıl bir proje hazırlardınız?
Proje üretirken iki şeye çok dikkat ederim. Bunlardan bir tanesi yenilikçi olması, diğeri de bağlamsallık. Yeni bir şeyler söylemesi çok önemli. Bunu yaparken de mutlaka yeni bir şey olsundan ziyade tüm ihtiyaçları karşılaması gerektiğine inananlardanım. Ayrıca uygulanabilir olması lazım. “Daha farklı nasıl söyleyebilirim, problemleri nasıl çözebilirim ya da nasıl bir tartışma başlatabilirim” gibi kaygılarla proje üretmeye çalışanlardanım. Nitelikli, tarihe saygılı ama aynı zamanda yenilikçi olsun.
Bu soruyu sorarken şunu öğrenmek istedim. Hulusi Oral Evi, bu kentin küçük yapılarından ama mimari değeri büyük olan bir yapısıdır. Herkes oraya gıptayla bakar. Aynı zamanda harabeye dönen, daha sonra da yanan haline çok üzülmüştür. İmzanızı atmak isterseniz nasıl bir proje olur diye onun için sordum.
Sadelik ve işlevselliği ön planda tutan bir proje hazırlardım. Ayrıca kullanılacak malzeme çok önemli. Bunda yerelliğe dikkat ederdim. Bağlam dediğim şey bununla alakalı.
“DENİZLİ’NİN MARKA DEĞERİ OLUŞTURULABİLİR”
Bu kentin kendi özgür mimarisini yaratabileceği örnekler de var. Mesela Buldan evleri… Ben çok beğeniyorum, önemsiyorum. Beypazarı, Safranbolu, Eskişehir’de Odun pazarı gibi öne çıkarılan yerler var. Denizli bu potansiyelini yeterince kullanamıyor. Buna nasıl bakıyorsunuz?
Fırsatları değerlendiremediğimiz bir konu. Buldan Evleri bir yana, Pamukkale’nin o tarihi dokusunu bile değerlendiremiyoruz yeterince. Ben Eskişehir’de üniversite eğitimi aldım. İç turizmde Eskişehir en fazla ziyaret alan bir kent. Bizim Denizlimiz kadar kültürel geçmişi olan bir yer de değil. Ama restore edilmiş, planlanmış; bu yerel yönetimle de alakalı muhtemelen. Denizli olarak buna çok önem vermiyoruz. Yapılamaz mı yapılır, geç kalınmış da değil. Restore edilip marka değeri oluşturulabilir.
“DİJİTAL MÜZE PAMUKKALE’YE İHANET GİBİ BİR ŞEY”
Denizli şanslı bir il. 17-18 tane antik kent var. Buraların doğal yapıları, bırakılan miras var. Dolayısıyla harmanlamayla ortaya konulabilecek bir kültürel altyapımız var, doğal güzellikleri var ve büyük bir potansiyele sahip turizm açısından. Yeter ki doğru planlama yapılsın.
Pamukkale’de bir “Dijital Müze” konusu var. Biz mimarlar Odası olarak dava süreci başlattık. Kişisel olarak dijital müzeciliğe karşı değilim ama bizim karşı çıktığımız nokta yeriyle alakalı. Seçilen alan Pamukkale’nin en değerli yeri. “Bir beton temel atılmayacak, şu olmayacak, bu olmayacak” diyorlar ama orayla bütünleşmiyor, doğal güzelliği mahvedebilecek bir proje. Dünyanın her yerinde dijital müze var, kabul ama böyle korunan bir alanda değil. Hierapolis’e giriş kapıları var, orada yapılabilir. Yapılacak olan şey resmen kafe. Bunu anlamak için uzman olmak da gerekmiyor. Pamukkale’ye ihanet gibi bir şey.