Pandemi döneminde ara verdiğimiz Kahve Sohbetleri’ne yeniden başlıyoruz. Kahvelerimizi yudumlarken, kent dokusunun yaratılmasında öncelikli mesleklerden olan mimarlar ile söyleşiler yapacağız yeni dönemde. İlk sohbetimizi de genç mimar Tunahan Çöllü ile gerçekleştirdik.
İlkokulu Yeşilyuva’da Şehit Üsteğmen Ahmet Şevki İlköğretim Okulunda okudu. Acıpayam Anadolu Öğretmen Lisesinden mezuniyet sonrası yükseköğrenimini İstanbul’da Beykent Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde tam burslu olarak yaptı. Mezuniyet sonrası çeşitli firmalarda stajyer olarak çalıştı. Daha sonra da Denizli’ye dönerek Monarch-T Mimarlık Atölyesi'nde çalışmaya başladı.
Çöllü, henüz mesleğinde yolun başında. Geleceğe dair, mesleğine dair güzel hayalleri var. Bu hayallerini gerçekleştirecek çizimler ve projeler ile yoğun tempoda çalışıyor. Mesleğini yaparken Denizli’ye bağlanıp kalmayı değil, İstanbul gibi metropol bir kentte, aynı zamanda vatandaşı olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde projelerini gerçekleştirmeyi hedefliyor.
Öğretmen lisesinde okuyup mimarlık fakültesinde yükseköğrenimini yapan Tunahan Çöllü, çarpık kentleşmeden söz ederken sivri dilli olmaktan da çekinmiyor. Denizli’nin “apartmancılık” anlayışına kurban edilmesini net bir şekilde vurgulayan Çöllü, gönlündeki projeleri “Kaleiçi Çarşısı ve Bayramyeri Meydanı düzenlemeleri” olarak açıkladı.
ÖĞRETMEN LİSESİNDEN MİMARLIK FAKÜLTESİNE
Mimarlık mesleğini isteyerek mi seçtiniz? Şunun için soruyorum, öğretmen lisesi mezunusunuz ama devamında mimarlık… Nasıl gelişti?
Lise öğrenimini İzmir’de yapmak istedim. O yıllarda yaşımın küçük olması nedeniyle çekingen davranıldı. Acıpayam’a öğretmen lisesi açılacağını duyduk. Yeşilyuva’ya yakın olması nedeniyle hiç öğretmenlik hayalim yokken Acıpayam Anadolu Öğretmen Lisesine kaydoldum. Bir de kaliteli eğitim alabileceğimi düşünerek o okula gittim.
“MİMARLIK ÇOCUKLUĞUMDA KEŞFETTİĞİM BİR MESLEKTİ”
Mimarlığı bilerek, isteyerek seçtiğiniz anlaşılıyor anlatımınızdan…
Çocukluğumdan beri hayal ettiğim meslekti mimarlık.
Mimarlık tercihiniz nasıl oldu?
Ailede mimar yok, inşaat sektörüyle ilgilenen de yok. Ama benim çocukluğumda keşfettiğim bir meslekti. Ben, ilkokulda sürekli çizimler yapardım, resim yapardım. Ortaokul ve lisede artarak devam etti. Çoğu lisenin son yıllarında başlar meslek araştırmasına ama ben mimarlıkla ilgili araştırmaya lise-1’de başladım. Açıkçası mimarlıktan başka bir şey istemedim.
“YAPIYORSUN BU MESLEĞİ, BELLİ” DEDİLER
Sevdiğiniz mesleğin eğitimini aldınız. Artık sahadasınız. Nasıl başladı mesleki hayat?
Stajım bittikten sonra pandemiyle birlikte zorunlu olarak Denizli’ye döndüm. Sektörde de durgunluk vardı ve işe alım yapmıyorlardı. Kısa süreli birkaç yerde çalıştım. Sonrasında dedim ki, mesleğimi kendim yapmalıyım. Özgüvenim de var. Kendime küçük bir ofis açıp ufak ufak başlamaya karar verdim.
Sahaya çıktım, tanışmalar oldu, meslek kuruluşumuz Mimarlar Odasına gidip gelmeye başladım. Projecilik yapmadım, önce kendimi tanıtmaya çalıştım.
Gençler mesleklerine başlarken dezavantajlı durumlarla da karşılaşır. Yaşadınız mı böyle bir şey?
Dezajavantaj yaşamadım, kimse bana “yeni mezun” gibi bir yaklaşımda da bulunmadı. Tek yaşadığım sorun mesleğimizin belediye ayağıydı. Çünkü üniversite hayatında belediyeyle ilgili hiçbir şey öğretmiyorlar. Yaptığım projeleri gösterdiğimde beğenildi, kimse deneyimsizsin diye bakmadı. “Yapıyorsun bu mesleği belli” dediler.
“OKURKEN HAYALPEREST OLUYORSUNUZ”
Mimarlık eğitimi aldığın dönemde mesleğe bakışın ile bugün içinde bulunduğun mesleği karşılaştırdığınızda nasıl bir farklılık görüyorsunuz?
Okurken daha hayalperest oluyorsunuz. “Yüksek projeler yapacağım. Kendimi dünyaya tanıtacağım” gibi. Ama piyasaya girdiğinizde biraz baskılanıyor. Okuldayken tek kişilik bakıyorsunuz olaya. Sizin etrafınızda dönüyormuş gibi düşünce oluşuyor. Ama işe başlıyorsunuz 5-6 meslektaşınızla aynı ortamda çalışıyorsunuz. Size gelenler oluyor. Bu müteahhit olabilir, şahıs olabilir. Onların isteğine, zevkine göre de hareket etmek zorunda kalabiliyorsunuz. Okurken kendi zevkiniz vardı.
Baskılama sizden proje isteyenlerin maddi kaygıları öne çıkararak talepte bulunmalarından mı kaynaklanıyor?
Evet, onu müteahhitlerde çok yaşıyoruz. Çünkü maliyeti daha düşük tutup yüksek kar marjı elde etmek için hareket ediyor, talepte bulunuyorlar. Projede maksimum verimlilik istiyorlar. Şahıs olduğunda ve güzel bir bütçe ayırdığında ona göre evrilebiliyor.
DENİZLİ, İSTANBUL, KIBRIS’TA ÇALIŞMA HEDEFİ
Genç bir mimarsınız, kendinize koyduğunuz bir hedef var mı?
Sadece Denizli bazlı bakmıyorum mesleğimi yaparken. Eğitim nedeniyle İstanbul’u iyi tanıyorum. Üç ayaklı bir düşüncem var. Denizli ile birlikte firmayı İstanbul firması haline getirmek istiyorum. Ayrıca Kıbrıs vatandaşlığım da var, bir ayağımızı da Kıbrıs’a atmak istiyoruz.
“DENİZLİ’DE MİMARLIK KONUT SEKTÖRÜNDEN İBARET GİBİ”
Denizli’de mimarlık nedir?
Çoğunlukla Denizli’de mimarlık konut sektöründen ibaret oluyor. Belli başlı firmaların etrafında çok fazla dönüyor, o nedenle de çok fazla genişleyemiyor. Sürekli aynı firmalar iş yapıyormuş gibi bir algı oluşuyor.
Diğer taraftan bakacak olursak, güzel bir organize sanayi bölgemiz var. “Fabrikacılık” adı altında da proje yapılabiliyor.
“APARTMANCILIK SEKTÖRÜ GELİŞTİ, ÇARPIK KENTLEŞME ORTAYA ÇIKTI”
Mimarlık, kentlerin oluşumuna, gelişimine katkı sağlayan, estetiklik katan bir meslek. Denizli’den de hep çarpık kentleşme diye söz edilir. Bir mimar olarak Denizli’yi nasıl değerlendirirsiniz?
Çarpık kentleşme sonradan oluşan bir şey. İlk yapılaşmaya bakıldığında sokaklar daha güzelmiş, bunu eski örneklere baktığımızda görebiliyoruz. 1980’lerden sonra “apartmancılık sektörü” gelişince ortaya çıkan bir şey bu çarpık kentleşme. Merkezde sokaklar biraz dar. Genişleyen bölgelere bakıldığında oralarda çarpık kentleşme olduğunu düşünmüyorum.
Yurt dışında örneklere baktığınızda eski yerleşim yeri korunarak yapılaşma banliyölerle genişler. Denizli’de maalesef eski yapılar korunamadı. Mimar olarak baktığınızda o yapıların kaybedilmiş olması sizde nasıl bir duygu oluşturuyor?
Çok üzülüyoruz. Çocukluğumdan beri gözlemliyorum. Bizim köyde bile tarihi bir hamam vardı, yıktılar. Mimarlar olarak bunun karşısında durmaya çalışıyoruz ama elimizde olmayan nedenlerden dolayı onları kaybediyoruz. Keşke kaybetmesek, keşke önüne geçebilsek. Kanayan bir yara bu. Denizli’deki eski yapılar birer birer eksildi.
Denizli’de eski yerleşim bölgesini katleden apartmancılık mı?
Evet!.. O konuda muzdaribiz. Merkezde yapılaşmaya karşıyım açıkçası. Sıkışık bir kent planlaması var. Otogar gibi, hastane gibi yoğunluk yaratan yerler kentin daha sakin bölgelerinde yapılmalı. Onlara göre etrafında yapılaşma oluşunca da belli bir düzen kayboluyor. Eski haliyle bırakıp genişleseydi Denizli çok daha güzel olurdu.
HAYALİNDEKİ PROJELER KALEİÇİ ÇARŞISI VE BAYRAMYERİ MEYDANI
Genç mimara “Bize öyle bir proje hazırla ki Denizli’nin simgesi olsun” desek nasıl bir proje ortaya koyar?
Kaleiçi Çarşısı’nda, Bayramyeri’nde bir proje yapmak isterdim. Bayramyeri Meydanı’nda eskiyi andıran haliyle bir proje çalışması yapmak isterdim. Bugün baktığımızda eski Denizli’yi göremiyorum orada maalesef. Kaleiçi’ne giriyoruz, etrafındaki yapılar değişmiş. Onlar olmamalı isterdim. Bayramyeri’nde yapıların olmadığı büyük bir meydan hayal ediyorum. İnsanların rahatça gezip, oturabileceği, ailecek vakit geçirebileceği alanları olsun isterdim. “Bayramyeri” denildiğinde bina anımsamak istemiyorum. Konuşmaların yapıldığı yerler olsun isterim. Kent görselimizi böyle oluşturalım. Proje dediğimiz zaman akla bina geliyor ama orada bina olmaması gerekiyor bence. Meydan kurgusu olması gerekiyor. Ben öyle bir şey yapmak isterdim.
Kurduğunuz hayal çok önemli Denizli için. “Turizm kenti Denizli’nin merkezine turist gelmiyor” diye bir eleştiri var. Niye gelsin? Turisti oturtabileceğimiz mekanlar, alanlar yok. Kaleiçi’ne turisti getirdiniz, gezdi. Sonrasında ne yapacak?
Turistin sadece Pamukkale bazlı gelmemesi gerekiyor. Etrafımızda doğal güzelliklerimiz de var. Denizli’ye kendi tarihini unutturduk gibi bir şey oluşmuş yapılanlarla. Eskilere bakarak onları günümüze yansıtmak isterdim açıkçası. Büyüklerimiz eski Denizli’yi anlatınca bugünle karşılaştırıp üzülüyorum kaybedilenlere.
Çaybaşı Caddesi tipik örneklerden. İkişer katlı, bahçeli ve önünden temiz suyun aktığı arklar. Şimdi apartmanlarla çevrili bir yer haline geldi…
Duyduğumda çok şaşırmıştım Çaybaşı Caddesi’nin eski halini. Akarsu yeraltına alınmış. Ne kadar doğru bu? Bunu yapanlar arasında mimarlar da var tabii. Bu tür örneklere ön ayak olmaları üzücü. Suyu neden yerin altında bırakma gereksinimi duyarsınız?
DENİZLİ APARTMAN ŞEHRİ OLMAMALI
Sohbeti şöyle bitirelim. Henüz yolun başındaki mimar bundan sonrasında nasıl bir yol çizecek kendisine?
Kent kurgusuna önem veren birisiyim. İnsan yaşamına ve doğaya zarar vermeyen projeler hazırlamak isterim. Kişi bazlı, bahçeli, müstakil evler yapmayı daha çok istiyorum. Apartman yapmak istemiyorum. Çünkü Denizli apartman şehri değil, olmaması gerekiyor. Komşuluk ilişkilerinin kaybolmadığı bir atmosfer çok önemli. Benim yolum bu. Ben köy çocuğuyum, o yaşamdan kesitler de olsun istiyorum.
O halde yolunuz açık olsun…