Uygarlık, yaşamın her dönemini ve her alanını amansız bir yarışa çevirdi. Bireysel kazanımlar, topluca
kazanımlardan daha değerli ve anlamlı olmaya başladı.
Önce benim çıkarım mantığı, toplumun ortak çıkarlarının önüne geçtiği için, sevinçlerimiz de dertlerimiz de bireyselleşti.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda askerlik şubelerinin önlerinde genç, yaşlı, onlarca, yüzlerce kişinin kuyruk oluşturduğunu hatırlıyorum.
Günümüzde ise bırakın savaşa gitmeyi, askere gitmemek için her yolu deneyenler âdeta kuyruklar oluşturuyor. Bunda, toplumdaki adalet duygusunun azalmasının çok büyük payı var.
Öncelikli sorunumuz tekrar ortak değerlerimizde buluşmak olmalıdır.
Birlikte gülüp birlikte ağlayan bir toplum olamadığımız sürece, kişilerin tek tek bireysel mutlulukları da zaman içinde, onlara çok anlamlı gelmeyecektir.
Her yarışın yalnızca bir galibi, buna karşın birçok kaybedeni vardır.
Yaşam yarışa dönüştüğü için çoğunluğun mutsuz olduğu, çok küçük bir azınlığın kendini mutlu sandığı garip bir ortama savrulduk.
Daha kötüsü ise yarışın adil şartlarda yapılmıyor olması...
Afrika’da çalışan bir antropolog, kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşan, ödül olarak meyvelerin sahibi olacaktır. Onlara, “Haydi, şimdi başla!
Birinci olan alacak!” der.
O an bütün çocuklar ele le tutuşur, koşarlar. Ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.
Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu cevabı verirler: “Biz yarışsaydık, yarışı kazanan bir kişi olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül olan meyveyi yiyebilir? Oysa şimdi hepimiz yedik. Biz UBUNTU yaptık” demişler.
UBUNTU bir kabile düşünce şekliymiş.
"Ben, biz olduğumuz zaman 'Ben’im " anlamına geliyormuş.
Zaman kaybetmeden UBUNTU yapan bir Türkiye olmak dileğiyle…