Her canlı gibi doğuyoruz, büyüyoruz, yaşlanıp ölüyoruz. Evren için yok sayılabilecek kadar kısa bir süre içinde oluyor bunlar.
Acılar, sevinçler, başarılar, yenilgiler, aşklar, hep ömür dediğimiz bu çok kısa süre içinde gerçekleşiyor. Evrendeki boyutumuzu ve bize tanınan minicik zamanı dikkate aldığımızda, yaşananlara şaşırmamak olası değil.
Üretebilen ve ürettiğini adilce paylaşabilen bir insanlık için cennet olabilirdi dünya. Ne var ki O’nu cehenneme çevirmeyi başardı.
Kan ve gözyaşından uzak çok az ülke ve bölge var dünyamızda. Hemen her yerden iç karartan haber ve görüntüler geliyor.
Gün geçmiyor ki şehit haberi almayalım.
Gün geçmiyor ki yönetenlerimizin birbirine ağza alınmayacak hakaretlerini duymayalım.
İnsanlığın ortak değerleri hiçbir zaman bu kadar yerlerde sürünmedi.
Çocukluğumda memleketim Serinhisar’da okuyan çok fazla insan yoktu. Bu nedenle memur, amir olan hemen herkes ismen bilinirdi. Komşumuz Ese Dayı’nın oğlu da bu kişilerden biriydi.
Günün birinde, Serinhisar bir haber ile çalkalandı. Ese Dayı’nın oğlu rüşvetten tutuklanmış ve hapse atılmıştı.
Kahvehaneler, evler haftalarca bu haber ile çalkalandı. Ese Dayı aylarca kahvehaneye gelemedi. İnsan içine çıkamadı. Bu olay çocuk hafızama öylesine kazınmış ki, bugün bile bütün tazeliğiyle anımsayabiliyorum.
Günümüzde yaşananlara bakarsanız yarım asır gibi çok uzun olmayan zamanda nereden nereye geldiğimizi görürsünüz.
Enflasyon iner çıkar, ekonomi bozulur düzelir, komşularımızla dövüşür barışırız.
Birçok şey bir şekilde yaşanır, geçer gider. Ama bazı şeyler var ki (şansımız varsa) geçmesi iki, hatta üç nesil gerektirir.
Rüşvetin, yolsuzluğun, hırsızlığın vak’a-i adiyeden sayıldığı günümüz dünyasından; oğlu rüşvet aldı diye utancından haftalarca evinden çıkamayan Ese Dayı’nın dünyasına evrilebilmek için iki kuşak yeter mi?
Sanmıyorum…