Çocukluğunda jonglörlüğe merak saran yazar Romain Gary altı topa kadar çıkmıştı düşürmeden hepsini sırayla atıp tutmada. Ama ne kadar uğraşsa saatlerce çalışsa da yedinci topa çıkamıyordu. Ve şöyle yazıyor “Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı” adlı otobiyografik kitabında konuya dair;
“Yedinci topu fırlatır fırlatmaz bütün düzen bozulur, bütün toplar yere saçılırdı. Sonra yeniden başlardım. Ama o son top hep dikkat alanımın dışında kalırdı. Hayatım boyunca bunu başarmak için uğraştım. Gerçeği ancak kırklı yaşlarda ve başyapıt yaratacağım diye epey bir oyalandıktan sonra yavaş yavaş görmeye başlayıp anladım ki son top diye bir şey yok!
Paganini’nin günün birinde kemanını fırlatıp bir kenara atması, yıllarca elini sürmemesi bile artık şaşırtmıyor beni. Şaşırtmıyor çünkü o da biliyordu son top diye bir şey olmadığını.”
Onca başarıya rağmen gülmeyen bir surat, kaygı ve hırsla bükülen bir kalp, hesapsızca verilemeyen belki de hep bir şarta sıkıştırılmış ticari bir sevgi.
Hep o son topun peşinde koşarken elindeki topları tutmayı beceremeyip, belirsiz geleceğin endişesinde, görünen bugünü yaşamadan eritmek.
Son topun peşinde yitip giden hayatlar.
Mutluluğun peşinde koşmak da buna eş bir döngü izler aslında.
**19. yüzyılda John Stuart Mill buyurmuştu ki;
“Sadece kafalarını mutluluklarından başka bir şeye takanlar mutludur. Başka şeyi hedeflerler ve mutluluğu bu hedefe giderken bulurlar.”
Yani mutlu olmaya çalışarak mutlu, iyi olmaya çalışarak iyi, özgün olmaya çalışarak da özgün olunmaz.
**Hannah Arendt de ilginç bir saptama yapıyor;
“Erdemli eylemler doğaları gereği görünmez kalmalıdır.
**O zaman iyilik görünmezdir ve mutluluk dilsizdir.
Öyleyse görünmezi görünür ve dilsizi konuşur yapmak için başka gereçler lazımdır.
Yani bu aslında Japonların İkigai dedikleri “yaşam amacı” bulmaktır.
Yani sabah yataktan kaldıracak itici güç. Var olmamızın bir sebebi olduğuna bizi ikna eden mesele.
Herkesin ikigaisi başka başkadır. Bunu da kendimizden başkası bize söyleyemez.
Sadece kendimizin bilmesi, içimize kapanmak anlamına gelmesin.
Hani son zamanların “her şey içimizde, başkası hep dışımızda” şeklinde tamamen yanlış tefsir edilmiş mottosu gibi değil!
**Hatta Buda’nın meditasyonu sözde yogilerin sergilediği asık suratlı, ciddi trans hali değil “dikkat, uyanıklık, farkındalık” olarak tasvir edilen yoğun zihinsel faaliyettir.
Yani meditasyon ve içe dönmenin amacı sükûnet ve kayıtsızlık değil bilhassa uyanıklık, dikkat ve keskin zihin açıklığıdır.
Bu keskin açık zihinle olanı biteni daha net idrak eder insan. Bu tüm evrenin, bütünün iyiliği için elinden geleni yapmak anlamını da içerir tabii.
Nirvana, Tibet’in tepesinde tek başına değil, kentin göbeğinde kalabalıklar içinde ulaşıldığında Nirvana’dır.
Tek geldik, tek gideceğiz kabul fakat aradaki zamanda yalnız değiliz.
Biz olmaya, birlikte tek olmaya geldik.
Tek gideriz, giderken de yaptıklarımızla yarattığımız evreni içimizde götürürüz ve bütün için yaptıklarımızı ardımızda bırakırız ki kalanlar da bunu maya yaparak giderken kendi evrenlerini götürebilsinler.
İyiliği görünür, mutluluğu konuşur hale getirmektir o zaman Nirvana’nın yolu. Aslında yolun kendisidir Nirvana.
Füruğ Ferruhzad ne güzel demişti;
“Kuş ölür, sen uçuşu hatırla”
** Yıldızlı cümleler Michael Foley’in Saçmalıklar Çağı kitabından alınmıştır.
ÇATAL
yolun çatalında durursun bazen
ya mutsuz ama emniyette
ya da mutlu olma ihtimaline
cesarette bulursun kendini
acır canın başlarda çok açık
ah hele bir yola çık
geçtiğin yolların izi mihmandar
mağlubiyetlerin tecrübesi cebinde
başın dik,kendinle barışık
zaferlerin müjdesi yüreğinde
pişman olsan ne yazar
yaşadım dersin işte
uçmadan ölmedim be
Aylin MÜFTÜLER