Kadın hep oradaydı, buradaydı. Saydam kimliğiyle kadın her yerdeydi.
Görmezden gelmek;onun bir eşya, köle, koltuk değneği, kaldıraç, basamak, aşçı ve damızlık olarak kendine indirilmiş bir armağan olduğunu düşünmek işlerine geldi. Beden güçleriyle bu savı dayatırken, kutsal renklerle boyayarak da cehaletten destek aldılar.
Kadın üstüne hangi işi giyse yakıştırıyordu, korktular. İktidarı kaybetmekten korktular. Korktular çünkü bütün var oluşlarını o üreme amaçlı yaratılmış uzantılarına bağlamışlardı. Yürekle, merhametle, sevgiyle bütün kalplerin kazanılacağını unutturmuştu o minicik uzantı. Uzantı dışa doğru olduğundan içe dönmeyi hatırlamıyorlardı. Hep içlerindekini dışa doğru kusuyorlardı.
Yüksek sesin kulaklara ulaşmadığını da bilmiyorlardı.
Dayakla, giden kalbi geri döndüreceklerini mi umuyorlardı?
Kolundan tutup, saçından sürüyerek ev dediği dört duvara soktuğu bedenin, kalbini dışarda bıraktığını bilmiyorlardı.
Ölümüne sevmek diye bir şey uydurmuşlar, öldüresiye sevmek diye tercüme ediyorlardı hayata geçirirken.
Duygudan korktular hep, şefkatten korktular. Gözlerini kapatırlarsa kadını yok sayabilirlerdi öyle yaptılar. Dayaktan uslandığını sandılar Ünzile’lerin oysa onlar sustular.
Susan kadın gitmiştir çoktan.
Susan kadın yeniden dillensin diye var 8 Mart’lar.
Hakkını ararken öldürülen kadınları hatırlayalım diye var 8 Mart’lar.
Eril cinayetlerle söndürülen dişi hayatları unutmayalım diye var 8 Mart’lar.
İşyerinde aklı kısa, evde pencere önü menekşesi, sokakta eksik etek olmadığımızı anlatmak için var
8 Mart’lar.
O saate ne işi varmış,
Neden kısa giymiş,
Kahkaha mı atmış hem de yüksek sesle,
Kız başına orda napıyomuş,
Kuyruk sallamasaymış,
Su testisi suyolunda kırılırmış,
Elinin hamuruyla neden karışıyomuş erkek işine,
Dizini kırıp otursaymış,
Kadını yeri eviymiş,
Erkeğe itaat edecekmiş tabii ki,
Bi çenesini kısamamış,
Pek de nazlıymış iki tokatmış alt tarafı,
Sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmemek lazımmış…
Böyle bi dolu saçmalıkların belini kırmak için var 8 Mart’lar.
Daha kaç 8 Mart gerek kadını insan yapmaya, sömürmeden yaşatmaya, işinde evinde eşit davranmaya, kaç 8 Mart gerek daha Adem’in kaburgasının kıyısı, Tanrı’nın günah kurgusu olmadığımızı anlatmaya.
Kaç 8 Mart gerek saydam olmadığımızı, görünür olduğumuzu ispatlamaya!
Bilmiyorum kaç 8 Mart gerek ama biliyorum ki vazgeçmektir umudun katili.
Ve biliyorum ki; 8 Mart’lar misyonunu tamamladığında; kadın eli değmiş şarkılar kadar zarif olacak dünya.
Kadın eli değmiş güvercin örtülü sofralar gibi sevgi dolu olacak dünya kadın eli değdiğinde, bilmiyorlar, bilecekler!
Kimler bilecekler?
Kadını saydam farz etmeyi kendi katı ve köşeli varlığının garantisi sayan, savaşın tanrısı, hırsın kuklası kör eril zihniyet.
BENİM İŞTE
Kadınım ben
ama önce insanım.
Ne eteğim eksik ne aklım kısa
Zayıf olan belki narin bedenim.
Kıstasınız yürek olsa,
bilirdiniz kuvvet benim.
Ne yükler taşır bu küçücük omuzlar.
Üzerime yapışmış sayısız surette kimliğim
çok zaman aslını yitirdiğim.
Başka hayatlar yaşamaktan yorulup
kendi hayatımı yok farz ettiğim bir dünyada
ben insanım...
Kimsede tapum yok
kimsenin de olmasın bende.
Ne menkulüm ne gayrimenkul.
Namusum kulaklarım arasında
bekçiye ihtiyacım yok.
Sevilmeye muhtaç değilim
yürekten sevene itirazım yok.
Sevmeyi de bilirim,
hak edene nazım niyazım yok.
Bırakın insanlığımı bileyim
Kendim yaşayıp
Kendim öleyim
Aylin MÜFTÜLER