“İhracat artıyor” deniliyor.
Açıklanan rakamlara bakıldığında göstergeler öyle.
Yine söylendiğine göre, pandemi döneminde Türkiye büyüme rekorları kırıyor.
Kırıyor da bu büyüme vatandaşa nasıl yansıyor?
Geçim sıkıntısındaki milyonlara bakıldığında, her kesimin büyümeden istenilen payı almadığı ortada.
Ekonominin nabzı döviz kurunda, faizde atıyor.
Tahteravalli misali; faiz düşüyor, dolar kuru artıyor.
Bu artış = zam demek.
Öyleyse bu, asgari ücretle geçinen ailelerin hala çoğunluğu oluşturduğu toplumda yakıcı bir unsur değil midir?
Kış kapıda.
Döviz kuruna bağlı olarak doğal gazda yüksek zamlar kaçınılmaz.
Çünkü dövize endeksli fiyat artışları bir süredir akaryakıtta ve LPG’de yaşanıyor.
Yani ekonominin bu bölümü hararet aşamasında.
İktidar harereti düşürebilecek midir?
TÜİK enflasyonu yüzde 20’lerde gösterse de gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu çarşıya, pazara, markete giden görmüyor mu?
Tüm bunlara bakınca, reel sorunlardaki hararet yadsınamaz şekilde yükseliyor.
Peki, bu hararet iktidarı yakar mı?
Can alıcı soru bu ve yanıtı da yine iktidarda.
Bir başka soru, ekonomide yaşananların iktidarı ne denli etkilediğidir.
Etkilemediğini söylemek mümkün mü?
Değil elbette.
2019 yerel seçiminden sonra işlerin iktidarın istediği gibi gitmediği aşikar.
2002’den bu yana girdiği her seçimi kazanan…
Refedandumları lehine çeviren…
Gündemi belirleyip, peşine muhalefeti takan…
Bir Erdoğan yok artık.
Dolayısıyla ekonominin yarattığı harareti söndürecek manevraları yapamıyor.
Yılların yarattığı iktidar zehirlenmesiyle kadrolar tarumar edildi.
Liyakat yerine biat kabul görür oldu.
20 yıllık iktidar döneminde değirmen gibi öğütüldü kadrolar.
Yol arkadaşları trenden indirildi ya da inmelerini sağlayacak uygulamalar yürütüldü.
Sonuç?
İktidar, içeride ve dışarıda artık güven problemiyle baş başa.
Psikolojik üstünlüğü de muhalefete kaptırmış durumda.
İktidar açısından psikolojik üstünlüğü yitirmenin bir başka boyutu bürokraside hakimiyeti elden kaçırmaktır.
Siyaset tarihindeki örnekler yavaş yavaş tekerrür ediyor.
İşlemler ve verilen talimatlara karşı henüz ayak sürümeler görülmese de sızan bilgiler, TÜGVA örneğinde olduğu gibi dolaşıma çıkan belgeler somut göstergelerdir.
Koşulsuz iktidar yanlısı olduğunu gizlemeye gerek görmeyen TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun “Merkez Bankası’nın faiz indirimi kararı sonrası hem uzun vadeli faizlerin hem de döviz kurlarının artması reel sektörümüzü tedirgin etmektedir” açıklaması, eski korkunun olmadığına farklı ama bir başka örnektir.
Ancak, ekonomide motoru yakacak kadar artan hararete rağmen, yadsınmaması gereken bir şey var.
Muhalefetle makas kapansa da ekonomideki bunca yakıcı sonuçlar yaşansa da AK Parti, hala anketlerde birinci çıkıyor.
Demek ki, kopuşlar olsa da hala kemik bir kitle iktidarın yanında.
Ayrıca Millet İttifakı’nın yaşam tarzına müdahale edeceği iddialarının yeniden ısıtılmasının,
İzmir Marşı-Mehter Marşı söylemlerinin,
Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganlarının,
Ayrıştırıcı dil arayanlara malzeme vermekten öteye gitmeyeceği unutulmamalıdır.
Bunu niye yazdık?
Millet İttifakı iktidarında, yaşam biçiminlerinin tehdit altında olacağını düşünen AK Partili seçmen oranı yüzde 69.
Yine kamuoyu araştırmalarına göre, ayrımcılığa uğrayacağını düşünen AK Partili seçmenin oranı yüzde 73.
Dindarların baskıya uğrayacağı görüşündeki AK Partililerin oranı yüzde 71.
Bu rakamlar, Millet İttifakı’nı oluşturan bileşenlerinin üsluba ne denli dikkat etmelerini anlatmaya yetiyordur sanırız.
Bu arada, garip bir soru ısrarla gündemde tutulmaya çalışılıyor.
Erdoğan iktidarı bırakır mı?
Türkiye’nin demokrasisi tartışma konusu olsa da sandıktaki sonucun kabullenilmeyeceği iddiasına katılmayanlardanım.
Siyaseten yaratılmak istenen böyle bir tartışma Türkiye için zül sayılmalıdır.
Geçmişe bakalım.
1950’de CHP, sandıktan galip çıkan DP’ye…
Askerler, 27 Mayıs sonrasındaki ilk seçimde birinci parti çıkan AP’ye…
12 Eylül sonrası Turgut Özal’ın ANAP’ına yönetimler verildi mi?
Verildi.
Erken ya da zamanında yapılacak seçimi Erdoğan kaybederse, kazanana görevi niye devretmesin?