Bilindiği gibi eğitim bir toplumun istediği insan tipini yetiştirme faaliyetidir. Fakat Türkiye gerek cumhuriyet tarihi boyunca gerekse son on beş yıldır eğitim ve kültürle ilgili konularda bir çıkmaz içindedir. Geçen yazımızda da değindiğimiz bu konudaki en önemli problemimiz eğitim sistemimizin tekelci olmasıdır. Yani tek tip insan yetiştirme anlayışına göre memleketin kalkınması için, yediden yetmişe herkesin aynı düşünmesi gerekir. Bu ister istemez ilkel bir pozitivist anlayıştır. Bu eğitim sisteminden geçen bireylerin düşünen olaylar karşısında duruşu olan ve kendini ifade eden fertlerin ortaya çıkmasını engellemektedir.
Türkiye’nin içinde bulunmuş olduğu eğitim sisteminde büyük fikir ve kültür adamı rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör de bir anısını şöyle anlatır. 1960 yılların ortasında İstanbul Üniversitesi’nde görev yapmaktadır. Üniversitede görev yapan misafir bir Alman profesör, arkadaşıyla birlikte üniversiteden çıkmış, İstanbul Üniversitesi’nin tarihi kapısının önünden Beyazıt Meydanı’na doğru yönelmiştir. Meydandan geçerken kenarda oyun oynayan çocukları gören Alman profesör birkaç dakika duraksamış ve çocukları seyretmiş daha sonra rahmetli Erol Güngör hocaya dönerek hayretler içerisinde bir ifade ile şunu söylemiştir: “Nasıl bir eğitim sistemi uyguluyorsunuz da bu kadar zeki çocukları geri zekalı hale getiriyorsunuz?”
Bu husus rahmetli hocanın da dikkatini çekmiş ve hoca da eğitim sistemimizde yaşanan aksaklıkları hep ifade etmeye çalışmıştır. Konunun daha iyi anlaşılması için eğitimci kadim dostumun eğitimde Orman Kanunu isimli hikayesini de paylaşmak isterim.
Bir gün ormandaki hayvanlar bir araya gelip okul açmaya karar verirler. Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve bir de yılan balığı yönetim kurulunu oluşturur.
Tavşan müfredatta koşmanın bulunmasını istemektedir. Kuş; uçmanın dahil olmasını, balık yüzmenin dahil olmasını ve sincap, ağaca tırmanmanın mutlaka zorunlu dersler arasında yer alması gerektiğini söylemektedir. Bütün bunları bir araya getirip, bir müfredat programı yaptılar ve bütün hayvanların bu dersleri görmesini istediler.
Tavşan koşu dersinden A alıyor olmasına rağmen, ağaca tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu. Sürekli kafa üstü düşüyordu. Bir süre sonra beyni hasar gördü ve eskisi gibi koşamadı.
Artık koşuda A almak yerine, C alıyordu. Ve tabi, ağaç tırmanmada ise her zaman zayıf kalıyordu. Kuş, uçmada çok başarılıydı ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, aynı başarıyı gösteremiyordu. Sürekli gagasını ve kanatlarını kırıyordu. Bir süre sonra toprak kazma notu hala F olmasına rağmen, uçma notu C’ ye düşmüştü. O’ da ağaca tırmanmada çok zorlanıyordu. Sonuçta sınıf birincisi olan hayvan her şeyi yarım yapabilen, geri zekalı yılan balığı oldu. Ancak eğitimciler çok mutluydu çünkü herkes bütün dersleri görüyordu. Ve buna ‘ Geniş Tabanlı Eğitim Sistemi’ ve ‘Eğitimde Fırsat Eşitliği’ (!) dediler.
Sonuç itibariyle bugün uygulayacağımız Eğitim Sisteminde her insanı ‘ mikro cosmos’ her insanı ‘küçük bir evren’ olarak gören anlayışla hareket etmek zorundayız. Çünkü bizim dinimize göre de her insan ‘eşrefi mahlukattır’. Toplumdaki bireylere kendi yetenek, eğilim ve özelliklerine göre verilecek olan eğitimden sonra bu bireylerin toplumda alacakları pozisyon ve görevlerde en üst düzeyde bir verimlilik ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Böylelikle mutlu ve başarılı bireylerden oluşan toplumda dünyada önemli işler başaracaktır. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti liyakat, ehliyet ve adaleti önceleyen bir anlayış uygulanması ile birlikte 2023, 2051, 2071 hedeflerine ulaşabilecektir.
Selam ve muhabbetle…