Geçen hafta İstanbul’dan bir dostum ziyaretime geldi. Kendisi ile birkaç gün güzel vakit geçirdikten sonra malum olduğu üzere, İstanbul’a dönerken Denizli’ye ait hediyeler almak istedi. Böyle bir talep ortaya çıkınca, hemen aklıma Denizli’nin yerli tekstil ürünlerinin satıldığı Babadağlılar çarşısı geldi. Bu çarşı bütün Denizlilerin muhakkak misafirlerini götürdüğü bir mekan olması açısından da son derece önemli mekanlardan biridir.
Misafirimle çarşı içerisinde dükkanları gezerken beni son derece mutlu eden bir anekdot da yaşadık. Çarşı esnafının en başta müşteriye karşı nezaketi çok güzeldi fakat dükkanları gezerken o dükkanda olmayan bir ürün varsa ya da beğenmemişsek dükkan sahibinin alacağımız ürünü veya çeşitlerini bulabileceğimiz komşusuna bizi yönlendirmesi dikkatimizi çeken çok ince bir davranıştı. Bu sadece bir dükkandeğil birkaç dükkan sahibi tarafından aynı şekilde tekrar edilince çok hoşumuza gitti ve vahşi kapitalizmin yaşandığı, günümüz AVM kültürünün ön plana çıktığı bu dönemde, hala eski ahilik kültürünün devam ettiğini görmek beni ziyadesiyle memnun etti. Yanımdaki misafirimde bu durumu takdir etti.
Şöyle bir baktığımızda Babadağlılar çarşısı bundan 42 yıl önce Denizlili dünyaca ünlü hemşerimiz Mimar Cengiz Bektaş Bey tarafından yapılmış özgün bir ticaret merkezidir. Bu özgünlüğü çarşının girişindeki kitabesinde de görmekteyiz. Kitabede esnafa öğüt ve dikkat edilmesi gereken, hassas olunacak hususları belirtmektedir. Kitabede bulunan bazı sözler şöyle ifade edilmektedir : “ Besmele çek gir çarşıya, selamı da unutma ha, kiloyu eksik çekme ha, metreyi kısa tutma ha, Halka hizmet eylemektir, Hakka hizmet eylemek. İyi belle sen bu sözü, sakın yabana atma ha, alış derken veriş derken, ölçü tartı satış derken, paraya pula tapma ha, insanlığı unutma ha. “ Bu kitabedeki ifadeler yine Denizlili hemşerimiz olan ve ahilik geleneğinin ikinci ismi olan Ahi Sinan’ın 700 yıl önce ortaya koymuş olduğu öğretilerin devamı olması açısından da son derece önemlidir.
Tabi özellikle Osmanlı devrinde esnaf teşkilatı, ahilik geleneğinin uzantısı olarak belli bir nizam içerisinde ve fevkalade sağlıklı işlemiştir. Her esnaf teşekkülünün bir kethüdası bulunur ve bu kethüda o meslek dalının inceliklerini, kanunlarını, yönetim biçimini iyi bilir, esnafın çalışma düzenive dürüstlüğünü denetlermiş. Esnaf ile kethüda arasında yiğitbaşı denilen, bilirkişi konumunda bir esnaf temsilcisi bulunur, sanatında hile yapanlar olursa yiğitbaşı tarafından tespit edilerek kethüdaya bildirilir ve gerekli ceza işlemleri başlatılırmış. Bu bir nevi şimdiki TSE kontrollüğü demektir.
Çabucak bozulan, çürüyen veya yırtılan mallarda bir hile aranır, bulunursa kethüdaya şikayetle ilgilisinin cezalandırılması istenilirmiş. Takdir edilir ki ayakkabı imalatı bu tür şikayetlere açık bir meslektir.Kısa sürede eskiyen ayakkabının kullanım hatası mı, yoksa üretim hatası mı olduğu sık sık tartışma ve şikayet konusu edildiği devirlerde, çürük çarık yapılan, çabuk sökülen yahut delinen ayakkabılar dolayısıyla kethüda sık sık çarıkçılar yiğitbaşısını çağırıp tahkikat yaptırır olmuş. Eğer bir imalat hilesi söz konusu ise ilgili usta çağrılır, esnafın ileri gelenleri, yiğitbaşı ve diğer meslek temsilcileri huzurunda kethüda tarafından tekdir edilir, aldığı ücretin müşteriye iadesi sağlanır, dava konusu olan ayakkabı da kullanılmamak için dama atılırmış. Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması o usta için en büyük ayıp olup meslekteki şeref ve itibarını sıfırlar ve müşterisinin azalmasına yol açarmış. Bu uygulama bütün esnaf teşkilatı için bir genelleme niteliğinde olup birisi hakkında “pabucun dama atıldı. “ denilmesi artık o meslekten ekmek yemesinin zor olduğuna işaret sayılırdı. Böylelikle esnafın titizlikle iş görmesi tanzim edilmiş olurdu.
Selam ve muhabbetle.