Bu yazımı 4 yıl önce yazmıştım. Fakat her geçen yıl daha gerçekçi olmuş bu sebeple hiç dokunmadan tekrarlamakta sakınca görmüyor, babamla birlikte ömrünü adaleti bulmaya adamış gerçek avukatlara saygıyla ithaf ediyorum.
Dün 5 Nisan’dı, Cuma günü de 9 Nisan.
Yani bu haftanın başını ve sonunu bir şekilde babam tutmuş durumda. 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutlayamadık onun çünkü 6 yıl önce 9 Nisan’da terk etmişti bu adaletsiz dünyayı. Aslında adaletsiz olan dünya değildi mutlaka, insandı. Tek tabanca hırslarına insanlığını kurban etmiş insan elbisesi giymiş boş ruhlardı. Bu dünyaya ait olan her şeyi zimmetine geçirip, eteğinde sürükleyerek yanında götürmeye ant içmiş ve bunun beyhudeliğinin farkına varamadan suçlu göçen boş ruhlar!
Sıkıntı şu ki, giderken benden sonra tufan zihniyetiyle masanın örtüsüne yapışıp, üzerinde ne varsa kendisiyle birlikte yok olsun isteyen boş ruhlar!
Yani evet adaletsiz olan dünya değil!
Babamın mesleğini yaptığı yıllarda, bundan çeyrek asır kadar önce adalet arada kaybolsa da mutlaka bulunur gelirdi geç de olsa bir yerlerden.
Babamın cübbesi hala bende durur, mıknatısla açılıp kapanan selülitli siyah deriden bir doktor çantasında hani babamın yıllarca bize bile göstermeden sır taşır gibi içinde dava dosyalarını taşıdığı çantada. Hiç bilmezdik o dosyalarda ne yazar. Müvekkilin adı bazen geçse de suçu nedir, davası nedir bilmezdik, anlatmazdı. Eve iş getirirdi tabii ama sır getirmezdi. Kazanmayacağını bildiği davayı almazdı babam benim. Bir sepet elmayı ya da haşhaşlı ekmeği dava bedeli olarak yediğimiz çok olmuştur.
Suçsuz bir adamı ipten aldığı günü hatırlıyorum. O akşam yüzündeki huzur, görevini tam yapmışlığın verdiği omuz dikleştiren gurur gözümün önünden gitmez.
İlkokuldayken çok merak etmiştim ve beni mahkeme salonuna götürmüştü. İlk kez orada gördüm babamı cübbeli olarak. Hakime rica etmişti, basit de bir davaydı sanırım izin vermişti içeri girmeme.
Babam, benim babam o muhteşem zümrüt, yakut ışıkların içinde yanan bir gece gibiydi ahşap parmaklıkların arkasında. Baktıkça gözlerim kamaşıyor, gözlerimi her kırpışımda biraz daha büyüyor, devleşiyordu. O kuzguni cübbenin önündeki pervazlar bayrak gibi dalgalanıyor ama asla kavuşmuyordu. Babam saygıyla konuşuyor ama gururla dimdik duruyordu ve önünü kapatmıyordu. İliklenmezdi zaten cübbe kimsenin önünde, düğmesi, iliği de yoktu bu yüzden, bunu biliyordum. Ama birbirine doğru bile yanaştırmıyordu. Babam avukattı, karşısındaki hakim. Herkes işini doğru yaparak Themis’in terazisini dengede tutmaya uğraşıyordu.
Kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu bu kutsal adalet arayışının karşısında. Ben de avukat olacaktım evet olmalıydım. Adalet duygusu nirvanaya ulaşmak gibi bir şeydi. Her şeye tarafsız yukarıdan bakabileceğim bir kartal yuvasıydı sanki. Bu niyetim uzun yıllar devam etti fakat adaletin şirazesinin kaymakta olduğunu gören babam benim aklımı çelerek avukat olmama engel oldu. İyi mi kötü mü oldu bilemem, çatalın diğer tarafına gitmedim. Mühendis olmayı seçtim.
Sonra bir şeyler değişti.
Sonra birçok şey değişti.
Sonra birçok şey yer değiştirdi.
Adaletin kestiği parmak acımaya başladı çünkü bıçağı tutanlar, yanlış kişinin yanlış parmağını kesiyordu. Adalet her gün, her saat biraz daha nalıncı keserine benziyordu.
Cübbelere sık aralıklarla düğmeler dikilir olmuştu, birilerinin izniyle açılıyor, birilerinin izniyle kapanıyordu. Babamın dik omuzları gitmiş, biat etmiş çökük omuzlar gelmiş, babamın şimşek gibi dimdik çakan gözleri gitmiş, bakmaktan kaçınan yere meyletmiş tamahkâr gözler gelmişti yerine.
Hak değil hatır, yarar değil çıkar yönlendiriyordu adaletin terazisini.
Suç tarifi bile yapılamaz olmuştu. Her gün tek dudaktan çıkan talebe göre yeni suçlar peydah oluyordu daha önce bilmediğimiz, adamına göre suç icat ediliyordu.
Sapla saman, masumla suçlu, çocukla yaşlı, hainle kahraman birbirine karışmıştı.
Hukukçu değilken dayanamıyordum bu manzaraya, hukukçu olsam kalbim nasıl sıkışırdı kim bilir!
Babam ve arkadaşları güzel zamanlarda adaleti aradılar ve buldular çoklukla.
Biz de bulacağız cübbelerin gecesinde, kol uçlarında parlayan zümrüdü ve dimdik yakasında altınla sarılmış yakutu.
Adalet, dünya malına, korkusuna ve mevkiine sığmaz. Nereye saklarsanız saklayın, bir ucu görünecektir ve biz o zaman sobeleyeceğiz.
Babacım seni çok özledim ama bugün bunları görmediğin için de bir yandan seviniyorum.
Nice adil 5 Nisanlara…
ARAMA ANNE
Arama anne arama
hepsini babam götürdü
ne varsa aşka dair,
binip geldiği
aynı nisan rüzgârıyla giderken.
Kalmadı geride
bir avuç olsun onur,
gördüm
hepsi ceplerindeydi veda ederken.
Belki yastığında kalmıştır senin
bir çukurluk sevgi o kadar
gerisi babamın
hala gülümseyen dudağındaydı
içimi üşüten taşta yatarken.
Yok, bulamazsın
saygının tozunu,
ben süpürdüm cami avlusunda
binlerce insan
"iyi bilirdik "derken.
Boşuna arama anne
karıştırma çekmeceleri
biliyorum
babam tacımı da götürdü
kanadında uçarken.
Aylin MÜFTÜLER