“Güzeldir, biri istediği zaman vermek fakat daha güzeldir, istemeden vermek, anlayarak vermek, fark ederek vermek. Ve verileni alacak birini aramak, vermekten daha zevklidir eli açık olanlar için.
Avcunuzda sıkı sıkı tutmak istediğiniz ne olabilir ki? Nasıl olsa her şeyinizi vereceksiniz sonunda bir gün! Öyleyse şimdiden verin, şimdiden verin ki verme mevsimi sizin olsun, mirasçılarınızın değil.
Sıkça dersiniz ‘ veririm, veririm ama hak edene yalnızca’.
Oysa ne bahçenizdeki ağaçlar bunu der ne de otlağa salınmış sürüleriniz, asla!
Onlar yaşayabilmek için verirler, canlı kalmak için. Vermekten geri durmak, yok olmak demektir çünkü.
…….Kim oluyorum ki ben diye sorun kendinize. Kim oluyorum ki insanlar liyakatlerini ve sarsılmayan gururlarını sırf ben görebileyim diye, göğüslerini yarıp, gururlarını sıyırıp atmak zorunda kalsınlar?”
Halil CİBRAN –Tanrı Elçisi kitabından
Kalbimin üstünde taşıdığım bir kitaptır Tanrı Elçisi. Yukarıdaki çok zarif anlatımdaki gibi ahlak dediğimiz şeyin kurallarla değil vicdanımız, kalbimiz ve dürüst aklımızla içselleştirdiğimiz bir yaşam formu olduğunu sezdirir bize.
İyilik yaparken kendimizle yüzleşmemizi önerir ki; bunu hayırsever madalyası takmak için mi, gerçekten birinin hayatına ufacık da olsa dokunabilmek için mi yapıyoruz anlayalım diye.
Seçim propagandalarının, siyasetin çirkin ve utanılası malzemesi yapılarak otobüslerden makarna, para saçmak marifetiyle vermek ve insanların gururlarını sıyırıp atmalarını izlemek ne kadar insanlıktan uzak ve ne kadar ilkel bir ego tatminidir.
Bunu görev icabı fiilen gerçekleştiren de bunu zavallı aklıyla öneren de ve kabul eden de o sıyrılıp atılmış gururların altında nasıl ezilmezler şaşarım.
Parti propagandası için Marmaray’ın günlük gelirini halkının cebinden alarak “vermek” adı altında sunulmasının kepazeliğini göremeyen gururu sıyrılmış vatandaşa da şaşarım.
Bir arada yaşamak birbirinin yaşam tarzına, inancına karışmamayı getirirse de, yönetimi seçmek her kesimi ilgilendiğinden “ben öyle istiyorum kardeşiiiim” diyemeyiz kolayca.
Adalet herkes için adaletse adalettir,
liyakat herkes için liyakatse liyakattir,
eşitlik herkes için eşitlikse eşitliktir,
eğitim herkes içindir,
insanca yaşamak hakkı herkes içindir.
Şükretmek de bir sanattır aslında.
Çok sevdiğim bir arkadaşım bana “başkalarına bakarak şükretmiyorum artık çünkü benden kötü olana bakarak şükredersem, sanki onlar bunu hak ediyormuş gibi hissediyorum” demişti.
Sarsıldım ve çok düşündüm bunun üzerinde. Haklıydı!
Başkasına bakarak değil her anımıza şükretmekti aslolan! Karşılaştırma her alanda rekabeti getirir, yaşamakta bile.
Nasıl iyi olduğumda her an sanki bunu hak ettiğimi düşünüyorsam içten içe, zor anımda da hak ettiğimi düşünmeliyim.
Başkasının zor durumu içinse elimden gelen varsa yapabilmeliyim. Yoksa iyi dileklerimi gönderebilmeliyim. Ona bakarak kendi halime şükretmek feci bir yanılsama yaratır hayat içinde. Karşımdaki bilmese de bu rekabetçi şükrü, benim bilmem yeterlidir.
Netice derseniz; başkasına bakarak şükretmek hakkaniyetli bir ülke yaratmak için de bırakın yeterli olmayı bilakis ayağına çelme takar.
Şükrü kendi kendimizle paylaşıp, eşit haklar için en azından doğru kişilere oy vererek herkes için çabalamış oluruz. Bunun için sadece gözümüzü açmamız, kumpasları görmemiz ve yıllardır ülkenin nasıl gerilediğinin ayırdına varmamız yeterlidir. Bir oy, milyonların hayatını etkiler, düşünmeden o kutuya girmemelidir.
ACEM-KÜRDÎ
Dinle gülüm, dinle sabahı
duyabildin mi kuşlar şakırken ahengi
yüreğini aç, izle
yağmurla güneşinçocuğudurgökkuşağı
görebildin misevgiyle süzülenyedi rengi
dansını rüzgârındalgalarlahissedebildin mi
tüy gibi
basmadanbirinin ayağınadiğeri
sen de söyle
bak şarkılar bile, acem-kürdî
her millettenbir notaötekinin dengi
gel
bugün şu anda
ilk şarkıyla yeniden koyalım hayatamihengi
hatırlayalım
huzur neydi
barış neydi
sevgi neydi
Aylin MÜFTÜLER