İkimiz için ağladım
senin için ve kendim için
gözyaşı yıldızlarımı
gökyüzünde üflüyorsun
senin dünyanda ışığın özgürlüğü var
benimkinde gölgelerin oyunu
bir yerde seninle ben sona eriyoruz
dünyanın en güzel şiiri susuyor
bir yerde
sen başlıyorsun
hayatın fısıltısını haykırmaya
bin yerde
ben sona eriyorum yanarak
sönmüş bir yıldız oluyorum
senin gökyüzünde
Parnia ABBASİ
24 yaşında bu dizeleri yazabilen ışıl ışıl bir yeteneği, okyanus kadar geniş bir yüreği, sönmüş bir yıldıza döndürmek… Ne uğruna?
Evrende, içinde hayat olması muhtemel 10000 gezegenin arasında bir toplu iğne başına sığan cücük kadar dünyada bir yudum petrolü, bir avuç toprağı daha kendi ülkem dediğin hayali sınırlarına katmak için, hırsını, şımarıklığını tatmin etmek ve belki de nazi zulmünün intikamını gücün yettiğinden almak için.
Mahallenin haylaz veletleri olur hani doğuştan kötüdür ne yapsan kötüdür. Bütün evlerin camlarına taş atar, çocuklara çelme takar, gücü yettiğinin elinden ekmeğini çalar kımıl zararlısıdır yani kıpır kıpır aklı fikri muzurlukta! Mahallenin abileri de alkış tutar, sırtını sıvazlarlar koçum benim diye ki kendi pis işlerinde kolayca kullanabilsinler.
Tam böyle, İsrail mahallenin can yakan veledi!
Parnia Abbasi gibi İran’da ve iki yıldır Gazze’de söndürmediği yıldız kalmadı.
Gözleri yıldız yıldız çocuklar, saçları samanyolu kadınlar…
Film izler gibi izliyor, futbol maçı anlatır gibi iki tarafın güçlü ve güçsüz oldukları noktaları tartışıyoruz.
ELLİBİN insan öldü diyorum; çoğu nefes almaya henüz başlamış minicik bebeler, taze analar, ufacık çocuklar. Patlaya patlaya ölüyor diyorum.
ALTMIŞBİN kişi açlıktan öldü gözümüzün önünde diyorum. Su bile uzatamıyoruz, ekmeğimizi koparıp veremiyoruz burnumuzun dibindeki bölgeye, nasıl yapamıyoruz bunu diyorum, saçlarımı yoluyorum.
İngiltere’den koşup gelmiş bir vicdan, Mısır kapısında hıçkırarak ağlayıp yalvarıyor;
“Bırakın mama götüreyim, ilaç götüreyim, bebekler ölüyor, aç insanlar, hasta, bırakın gideyim…”
Bırakmıyorlar!
Gemi gidiyor dayanıyor limana adını Gazze’nin ilk kadın balıkçısından alıyor; Madleen.
Bir sürü kimliksiz safi vicdan içinde, ellerinde insani yardım yani silah değil, yok ters yüz geri gönderiyorlar çünkü yemin ettiler; ya patlatarak ya açlıktan öldürecekler toprağına çöktükleri memleketin insanını çocuk büyük demeden.
Kimsin sen?
Bir meteor geliyor alıp götürüyor bütün türleri sen de dahil!
Olmadı mı oldu, yine olur ne sen kalırsın ne hırsın ne düşmanlığın ne ırkın ne çöktüğün topraklar.
Ya biz; çıkarımız bozulmasın diye arenada boğa güreşi izler gibi katliamı izlerken yine de tribünü terk etmeyenler, boğayı kurtarmak yerine kan görmemek için gözünü kapatan bizler, biz kimiz?
M:Ö 4. yy’da Zeno’nun dediği gibi “evrenin vatandaşlarıyız.”
Ee sınırımız yoksa neyin çıkarı var ki?
Sevgili Gündüz Vassaf; “Kısırlaştırdığımız yaşamlarımızda birbirimizle uğraştığımızdan ne uzayla ilgili bilgimiz var ne de uzayın sohbetlerimizde yeri. Dünyamızda nice uygarlıklar kurmuş olmamıza rağmen günlük yaşantımızda incir çekirdeğini doldurmayacak olaylarla kendimizi abartarak abesle iştigal ediyor, tarihe en küçük dipnot olmayacak meselelerimizden kurtulamıyoruz.” diyor Tarihi Yargılıyorum kitabında.
Ve aynı kitaptan Vassaf’ın tespitlerini hayranlıkla okuyorum;
“Herkes barış eğilimli ama savaşmak istemeyen gençler savaş kültürüyle yetiştiriliyor. Askeri kamuflaj kıyafetleri sokaklarda, konserlerde asker olmak istemeyenlerin sırtında. Ergenlik çağında delikanlılar haftada 20-30 saat bilgisayar başında sanal savaş oyunlarında oraya buraya saldırıp o ülke senin bu ülke benim, insan öldürmekle meşgulken aynı zamanda dünyada olup biten gerçek savaşlara karşı ilgisiz ve bilgisizler. Gençlerin sanal oyunları, gerçek savaşları gündelik yaşantılarında meşrulaştırıyor; savaşı gündelik yaşamın doğal bir uzantısı gibi görmelerini sağlıyor. Savaş yeni kuşakların oyunu olunca, Blair, Bush gibi savaş suçlularının da ülkelerinde başbakan, bakan olabilmesi bu patolojik düzenin ne denli içselleştirildiğinin ve bu düzenle ne denli uyum içinde olduğumuzun ifadesi.”
Boncuk beyinli beşerim gelecek bir meteor küt diye çarpacak, öldürdüğün minicik canlarla aynı yere gideceksin mezarın bile olmayacak.
Sesini çıkarmayan yönetim erbapları, sizin de ardınızdan ne sela okuyan kalacak ne helvanızı kavuran.
Ben mi?
Her giden çocukla yanarak sönüyorum.
Vassaf’ın ilginç sözleriyle bitireyim;
“Geleceği, geçmişin kıvılcımlarında arayarak bildik kavgalarımızı diri tutarak sürdüreceksek, bana ne tarihten!
O zaman, özgürlüğümüz öksüzlüğümüzdür.”