Geleceğim, bekle dedi, gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi
Özdemir ASAF
Açılacağım, bekle dedi açılmadı kör olası bilgisayar, ben bekledim epeyce, ben dondum o da dönmedi.
Sanki son nefesimi veriyormuşum gibi, sanki son nefes ekrandaki son kıpırtıymış da o kararınca hayat bitmiş gibi. O an ölüm gibi bir şey oldu ikimiz için; bilgisayar yoğun bakımda bitkisel hayata girdi ben de bir nevi gevşek yatım ünitesinde kaldım 5 gün.
İkinci gün gevşek yatıma alışınca, firmalara kibarca maillere bakamadığımı, birkaç gün sonra çözüleceğini anlattım. Acil durumlarda telefon mesajlarıyla fiyat verdim. Bir tek yazımı yazıp gönderemediğime üzüldüm. Çok zorlasam o da olurdu fakat madem gevşek yatım ünitesindeydim her şey biraz gevşeyebilirdi.
Gittim domates, biber fideleri aldım, saksılarımı düzenledim, okşaya okşaya onları diktim. Her gün suladım sarışın çiçeklerine meftun oldum. Medusaçiçeğim yani yılan kaktüsü muhteşem bir narçiçeği rengi çiçek açarmış meğer onunla göz göze seviştik her gün. Minnak bir papatyacık uçmuş gelmiş yetişmiş saksıların birinde, her sabah selam verdi başını uzatarak, öptüm, sevdim.
Yeşile dokunmak nasıl iyi geliyor insana. Yürüdüm, kitap okudum bol bol yeşilde.
Albümleri karıştırdım, dokundum, kokladım.
Çocukluğum kokuyordu, annem, babam kokuyordu. Dokunmanın burnu var!
Telefonda, bilgisayarda binlerce ama binlerce fotoğraf var. Ne zaman açıp da baktın desen hiç!
Kokmuyor ki onlar! Hem onlar için emek harcamadım ki! Şak şak bastım geçtim telefonun tuşuna.
Halbuki albüm fotoğrafları yani sahici fotoğrafları çekmek için film aldım, taktım, çok istediğimde bastım deklanşöre, boşa harcayacak filmim yoktu. Bitince çıkardım filmi, fotoğrafçıya götürdüm, pek çok emekle yıkayıp tab etti ve dokunabileceğim halde bana bir zarfın içinde teslim etti.
Dokuna dokuna özenle seçtiğim albümlerde sınıflandırdım.
Şimdi fotoğraf makinası bile taşımak gerekmiyor. Telefon her işe yaradığı için basıp geçiyoruz tuşuna o bir yerlerde saklıyor ve biz unutuyoruz. Hatırlamayı da unutuyoruz. Süratle harcama ve unutma yarışına girmiş gibi hayat.
Sevgili Annie Ernaux bizi sürekli dürten, her duyumuza hitap ederek aklımıza takılan, reklamlarla hayatımıza cebren sokulan ama ihtiyaçtan havası verilen tüketim oyununu tatlı tatlı anlatıyor;
“…Reklamlar nasıl yaşamamız ve davranmamız, evlerimizi nasıl döşememiz gerektiğini gösteriyordu. Toplumun kültürel rehberleri onlardı artık. Tabii çocuklar da meyve aromalı, takviyeli içecek, şu marka bisküvi, portatif plak çalar, uzaktan kumandalı araba ve Barbie bebek istiyordu. Anne babalarsa onlara istedikleri her şeyi vererek, bu sayede esrar içmelerinin önüne geçeceklerini ümit ediyordu. Bütün bunlara kanmayan bizlerse(öğretmenler), büyük bir ciddiyetle öğrencilerle reklamların tehlikelerini inceliyor, onlara ‘ Maddi şeylere sahip olmak mutluluk getirir mi’ gibi ödev konuları veriyor, Fnac’tanhi-fi müzik seti, kasetçalarlı Grundig radyo, Bell&Howell Süper 8 kamera satın alarak modern teknolojiyi akıllı maksatlarla kullandığımız hissine kapılıyorduk. Bizim için ve bizim üzerimizden, tüketim böylece arınıyordu…”
Bu gevşek yatımda geçen 5 gün tüketimi arındırmak istemedim, üretimi yücelttim. Hayatı yavaşlatmak gerektiğini idrak ettim. Hayat dediğimiz bir bardak suyun iki kabloyla ya da dalgalarla makinalara bağlanamayacak kadar muhteşem bir şey olduğunu bir kez daha fark ettim. Her şeyi bir tuşla zahmetsizce halledivermek, sanki hayat denen bir bardak suyu fondip yapıp bir dikişte bitirmek gibi geliyor. Ben yudumyudum içmeyi tercih ediyorum, her anın farkına ve tadına vararak.
Her anda başka bir lezzeti bularak!
Olmasa daha iyiydi ama olmazsa olmazdı madem şu teknoloji denen illet, o zaman az olsun.
Bağımlılık yapan uyuşturucular gibi değil de arada bir keyifle içilen bir kadeh şarap olsun.
Sağlığımıza…
AYÇİÇEĞİ HİKÂYESİ
Kaldırım kenarında
kendinden çıkıveren
ayçiçeği
gülümsedi sanki bana
gizemli bir kıvrım
dudağının kenarında
bulmuş gibi gerçeği
ne üzgündü
beni görmediğine bir gün önce
ne de içinde bir telaş
görmek için yarın ya da ertesi
ne şikayeti vardı
tenini boyayan güneşten
ne de yıldızlı geceden
bir armağan beklentisi
toprağa bile
yalnız ilişmişuzun gövdesi
sadece olmayabir tek hevesi
bir ayçiçeği
bir kendisi
Aylin MÜFTÜLER