“Aristo, ‘Şans, yanı başınızdaki insanın okla vurulduğu andır’ der bir konuşmasında. Narsizmin en önemli özelliklerinden biri, kendimiz dışında kalan hemen hemen herkesin harcanabilir olduğunu hissetmemizdir. Savaşlarda insanları, yakın menzilli ateşlere yürümeye iten şeydir bu. Hiç kimse o sırada kendisinin öleceğini düşünmez, yanındaki adam için üzülür. Freud bu konu hakkında, şuursuz insanın ölümü ve zamanı bilemeyeceğini söylüyordu. İnsan derinliklerinde kendisinin ölümsüz olduğunu düşünür.”
Kısa sürede öleceğini bilerek, kanserden ölmek üzereyken yazdığı Ölümü İnkâr kitabında yukarıdaki gibi çok çarpıcı cümleleri var Ernest Becker’in.
Pek çoğumuz bu ölümsüz olduğumuz gizli hissini ulaşamayacağımız bir yerlerde saklamaya devam ederiz. Çünkü sadece bizim ölümsüz olmamız sevdiklerimiz dahil etrafımızdaki güzel insanların da ölümlü olduğu gerçeğini kalbimize sapladığı için yerinden kıpırdatmaya ödümüz kopar.
Fakat bazı insanlar bunu gizleme gereği görmezler kalpleri sevgiden muaf olduğu için.
Onlar ölümsüz olduklarını başka insanların ölümlerine kayıtsızlık gösterirken hissederler.
Onlar başka insanların ölümlerinden sorumlu olduklarını bildikleri halde, başkalarını suçlarken hissederler ölümsüz olduklarını.
Onlar, alınmamış tedbirlerden, yapılmamış denetimlerden konuşmazken, topu kadere attıklarında, susmak bilmezken bunu hissederler.
Onlar, kendileri dışında herkesin çocuk ya da erişkin ama herkesin ölümlü olduğunu düşünmenin rahatlığıyla timsah gözyaşları dökerler imansız dualarını günahkâr elleriyle göklere gönderirken.
Onlar şuurlarını dünyada bıraktıklarından yani şuursuz olduklarından, ruhlarının çoktan öldüğünün fakına varmazlar.
Onlar yürüyen ve zulmeden zombilerdir ve bedenen de ölmeyeceklerini sanırlar.
“Sadizm, ölüm korkusunu hafifletir… Başkalarının kaderini elimizde tuttuğumuzda, yaşama ve ölüme hükmettiğimizi hissederiz. Ateş edebildiğimiz sürece, öldürülmekten çok öldürmeyi düşünürüz. Ya da bir filmde bir gangsterin dediği gibi ‘ Katiller, öldürmeyi bıraktıklarında ölürler.’”diyor Ernest Becker, Kötülükten Kaçış kitabında.
Bunu yapmak için eline silah almak gerekmez.
Bunu yapmak için pervasız, gamsız, umursamaz ve zalim bir idareci olmak yeter de artar bile.
Erdemin yakınından bile geçmemesi yeterlidir ölümsüzlük iksirini lüpletmek için.
Denetimsiz oteller, denetimsiz apartmanlar, denetimsiz işyerleri ateşlenmiş silahtır.
O anda yorgun mermilerini salmaya başlarlar ve iyice yorulduğunda o mermiler 5 yaşındaki çocukları babasının elinden ölüme kaydırır geceliği asgari ücretten fazla bir otelin yangınında.
O yorgun mermiler ellibinlerle öldürür çor çocuk, betondan mezarlara gömerek.
O ihmalin acımasız dört atlısı, yorgun ama zalim mermiler, kontrolsüz hırslarıyla kontrolsüz bırakılmış, tedbirsiz madenlerde 301 canı kömür karasına gömerler.
O yorgun mermiler yurtlarda asansör halatlarını kopartır gencecik hayatları söndürürler.
O yorgun mermiler, masum yağmur damlalarını kaçak elektrikle suç ortaklığına sürükler, taksirle katil ederler.
O yorgun mermiler ihmal, aymazlık, sorumsuzluk silahlarının yorgun mermileri onları ateşleyen sadist ve narsist zalimlerin elinden adaleti de vururlar.
Sonra bu işlenen cinayetlerde kaderi suçlu bulurlar bu zalimler, kantarının topuzu hep kendilerine dönük terazilerde.
Sütten çıkmış ak kaşıktırlar ve ölümsüzdürler bu yorgun mermileri ateşleyen silahları tutan zalimler.
Bir de bu zalimleri mutlu eden bir balık hafızalı, duygusal ve tembel halkları vardır.
Her katliamda sellere verirler gözlerini, dağ taş ağlar üç gün.
Ciğerleri sökülür hatta ağlamaktan ve kendi ufacık çemberlerinin içinde kendileri ağlayıp, kendileri susturarak bir acı patlaması yaşarlar, içlerini boşaltırlar ve parmak uçlarındaki az zararlı küfürlerle ülkeye ve hayata söverler ve gündemden çekilirler.
Sonra taa 14 yıl önceden ağaçlı, gezili temcit pilavları sürülünce önlerine, ciğerlerini söken tüm faciaları unutup kaşıklamaya başlarlar.
Oh ölümsüz narsist yöneticiler rahatlamıştır.
Artık herkesin öf öfleri de geçince kader ve Tanrı bütün suçları ve günahları üzerlerine almışlardır, şükürdür.
Her ölüm erken ölümdür ama neetcen, kader deyip kaşıkladıkları temcit pilavlarıyla günahtan arınmışlardır.
Hayır öyle değildir gerçekler!
İhmalden gelen ölümün adı kader değil cinayettir.
İhmalde bulunan herkes katildir veya suç ortağıdır.
Katiller ve suç ortakları yargılanır ve en ağır cezaya mahkûm edilir.
Suçluların parmaklarıyla birbirini işaret edip, gerçeği kuru gürültüye kurban etmesine izin verilemez.
Cinayeti görüp, gördüğünü söylememek de suçtur.
Ecelsiz öldürülmek yetmiştir artık!
Azrail işsizlikten paslandı, artık ona görevini teslim etme zamanıdır.
32 yıldır bağırıyor Uğur Mumcu ölmediği yerden;
“Unutma bizi ey halkım, unutma bizi”
Vurulduk diyor, öldürüldük diyor, hala öldürülüyoruz, siyaseten, fikren, ihmallerle, sorumsuzluklarla, aymazlıklarla, denetimsizliklerle.
Yüzlerle, binlerle, ellibinlerle ölüyoruz.
Susarsak, yine ölürüz ey halkım!
İki fiile bağlı hayatın;
Unutma!
Korkma!
Oy ölüm
Yaşamın bir parçasısın kabul
Ama son bir parçası
Oy ölüm
Sevdiğimin korkususun
Ama en korkunç korkusu
Yatakta bul onu
Dağlarda değil
Kaya diplerinde gizlenirken değil
Sınırlarda değil
Ve kurşunları değil
Benim yanımda uyurken değil
Benden sonra bul onu
Kİ ben görmeyeyim öldüğünü
Oy ölüm
Can düşmanım
Ne kadar kısa yaşıyoruz
Ne uzun ölüyoruz
Oy ölüm
Sen de ölesin.
…….
Ferit EDGÜ (Hakkâri’de Bir Mevsim)