Minicik, 15 metrekareye oturmuş sadece tek cephesi sokağa bakan, içine basit bir merdivenle asma kat çıkılmış dükkândan bozma bir evcik. İki yatak bir çekyat, ufak buzdolabı, minyatür bir tezgâh, ıslanmaya yetecek kadar bir duş, iş görecek bir klozet.
Kapının önünde Karadeniz asmasının sadık bir muhafız gibi güneşten korumaya gönüllü olduğu kaldırıma atılmış bir masa 2 sandalye, paslanmış profil ayaklar üstüne kondurulmuş suntadan ve eldeki minderlerden mütevellit taht-ı revan.Taht-ı revanın yanında artık evlat sınıfına giren Kocakafa, Garfield, Çimoş, Gümüş, Civa, Kötü Kedi Şerafettin ve ismini koyamadığım mahallenin tüylü canlarına kurulmuş açık büfe; kuru mama, süt ve su kapları.
Her sabah beni uyandırıp boşalan kapları doldurmamı isteyen sıcacık miyav sesleri.
Sokağın hafif meşrep dilberleri iki turunç ağacı arasına gerilmiş bir ip, üzerinde bir peştamal, iki mayo.
Masada bazen bir bardak çay, bazen bir fincan kahve bazen bir kadeh şarap ama her daim dost sohbeti, bazen arkadaşla bazen kendimle.
Kaldırımda ikamet etmenin “merhaba” ve “afiyet olsun”la samimiyeti. Kıyafet seçiminin ve makyajın tedavülden kalkmasıyla gelen özgürlük. Tabanvayın kullanımda olması sebebiyle arabanın günlerce yerinden oynamaması.
Asmada salkım salkım yeşillenmiş korukların şişelerde ekşiye dönüşmesi.
Evde pişenin komşuya da düşmesi.
Masada ne olursa olsun tüketilenin aslında huzur olması.
Mavinin nezaretinde atılan sabah adımları, yeşilin sırtımı sıvazlayan serin eli.
Adımlarıma uyum sağlamış bir köpek nefesi, bacağıma sevgiyle sokulan kedinin incecik sesi.
Balıkçı kahvesinde, ağların kokusunda, taze demlenmiş çayın gölgesinde dinlenen bedenin güne merhaba demesi.
Asmanın gözcülük ettiği bilgisayarda iş, güç, yazı, çizi işleriyle tükenip, devrilmeye yeltenen gün.
Hafif bir rejisör sandalyesi, el kadar bir katlanır sehpa, sehpada güne edilecek vedanın hüznüyle gözleri buğulanmış sırça bir kadeh ve gün geceye eflatun bir hasretle kavuşurken, kadehte günü yitiren şarabın gözyaşları.
Yer erguvan, gök erguvan, deniz erguvan, dağlar erguvan.
İçimden gidemeyeni her grup vakti yeniden uğurlamanın nemi kirpiğimin ucunda.
Kendimle baş başa olmanın hafifliğiyle, onsuz olmanın ağırlığı arasında dengede hayatın kefeleri.
Beraber inşa edilmiş bu minyatür huzur dünyasını yalnız tatmaya devam etmenin burkuntusu ve hemen ardından ışıldayan şükür duygusu.
Birlikte yaşanan her anın eflatun suya yansıyan mütebessim görüntüsü.
Onu hatırlatan her anı, bana yaşattığı anlarla harmanlamayı öğrenmenin gönül rahatlığı.
Dudağımın ucunda bir şiir;
Güneş pembe güller yerleştiriyordu
solgun yüzüme.
Rüzgâr, boynumu en bükülmüş yerinden
öpüyordu.
Gece, saçımı gümüş tellerle
örüyordu.
Deniz tekil ayak izlerimi
köpük köpük siliyordu.
Sen nerdeydin?