“Uzun bir varoluş aslında kısa bir yaşam olabilir” diyor sevgili Seneca ve devam ediyor;
“Sadece şu an üzerinde kontrolümüz vardır ve biz de ondan vaz geçip, gelecekte ne olacağına kafa yoruyoruz ancak insan belirsizliğe değil önünde olana odaklanmalı. Su akarken testiyi doldurmalı zira suyun ne zamana kadar akacağı bilinmez.”
Evimde tavan akmıştı üst katın banyosundan. Sağ olsunlar sevgili komşularım sorunu giderip, benim zarar gören duvarımı da boyatmayı üstlendiler. Bana bir renk kartelası gönderdiler mevcut duvar rengine uyanı seçeyim diye. Baktım baktım uzun uzun. Sol beynim “bütün duvarlar kırık beyaz aynı renk ve o burada var, seç kalanı diğer duvarlara da kullanırsın her zaman bu rengi bulman da kolay yedi yıllık dostluğunu bırakmana gerek yok, alıştı gözün bu renge, hadi güzelim seç boya bitsin”diye vız vız ötüyor.
Sağ beynim hemen oracıkta Kavak Yeli adına meftun olmuş, yaprak yeşilinden hakiye kaymış, içinde tatlı bir mavilik yüzen bu enfes renge çoktan gönlünü vermiş şarkısını bile söylüyor;
“İçimde yılgın rüzgârların ayak sesleri
Sende daha yeni yeni kavak yelleri
Sarhoş tutkularım koynumda ben bir deli
İş işten geçti artık dönemem geri”
Yok dönemem geri, dönmem ben boğa burcuyum zaten karar verdim mi dönmem mümkünü yok.
Dönmedim!
Çektim fotoğrafını, yolladım üst kata, dedim bu rengi istiyorum lütfen!
“Abla emin misin?”
“Çok eminim, kendimden eminim, hayattan emin değilim bu yüzden yaşarken başımdan çoktan gitmiş olan kavak yellerini odamda estirmek istiyorum.”
Kapattım telefonu ve boyacı gelene kadar bir hafta içimde kavak yelleri esti durdu yeşil yeşil, mavi mavi, haki haki. İçim kıpır kıpır, yüreğimde bir serçe, midemde kelebekler, sanırsın onbeşimde ilk aşkımı yaşıyorum da adı geçmiş bir yerde!
O bir hafta ergen heyecanlarımla geçiverdi ve boyacı ustamız girdi içeri. Boyayı önceden alıp getirmişti komşum. Hazırlandı usta ve boyanın kapağını açtı. Uzun uzun boyaya baktı, benim Kavak Yelime! Başını kaldırdı, işinin ehli bir umutsuzlukla duvarları inceledi. Tekrar boya kovasına daldırdı gözlerini ve yavaşça yüzüme doğru kaldırdı başını, biraz tepeden, ukaladan hallice bir bilmişlikle;
“Bunu mu istiyon yani” dedi.
Ben başımı heyecanla sallayınca “ Hay yarabbim şu apaydınlık bembeyaz dururken her yerde, sen bunu diyon illa he mi?” derken ses tonundaki ikna tozu yetecek mi diye merak ediyor bakışlarıyla.
Aklıma gelen en son şey, boyacıyı bu rengi istediğime inandırmak zorunda kalmak.
“Ustacım ben sana bir çay koyayım sen de hemen başla olur mu?”
Başını sallaya sallaya girdi içeri hasbinallah çekerek başladı fırça vurmaya duvara. Ben her fırça darbesinde başımdaki kavak yellerini sayıyorum, ağzımdan minik sevinç serçeleri dökülüyor. Renk ortaya çıktıkça benim içimde bir orman yetişiyor. Göğün mavisini indirmişim dağın yeşiline, kavuşmuş sarılmışlar minicik odamda vuslat yaşıyorlar. Usta artık fikrimi değiştirmesinin gayrı kabili rücu damgası yediğini anladı ve özenle duvarda çalışıyor.
Nihayet bak bakalım diye çağırıyor beni odaya.
Var olmuşum, epeydir varım ama sanki o anda yaşadığımı kendime ispat ediyorum Kavak Yelimi seyrederken minicik yatak odamın engin duvarlarında. Kalbimle işitiyorum rengin üzerinde cıvıldayan kuşları, gürültülü açışlarını görüyorum papatyaların. Kendime bir yaşanmış gün armağan ediyorum sadece var olmanın yetmediğini anlıyorum.
Öğrenilmişlerin her zaman doğru olmadığını, deneyerek yaşamanın belki biraz riskli ama daha lezzetli olduğunu fark ediyorum sonra. Yapamazsın diyenlere inat yapabilmenin nasıl bir haz verdiğini ve kendi yolumda kendime yoldaş olmanın yolculukların en güzeli olduğunu idrak ediyorum.
Rağmen yaşamanın tadını çıkarıyorum.
Kokmama rağmen harekete geçebilmemdir cesur olmam, korkmamam değil!
Yapamazsın diyenlere rağmen yapabilmektir cesaret, başkalarının diyeceklerini umursamadan.
Sonra ustaya bir fincan kahve ikram ediyorum ve önüne bir kova boya daha koyarak son darbeyi vuruyorum;
“Ustacım mutfak duvarını da şu Erguvan moruna boyar mısın?”
EBRULİ
Artık rengârenk giyiniyorum
içim diyorum cıvıl cıvıl
hayat da böyle zaten diyorum
böyle diyorum ama
bırakmıyor kör olası medeniyet
hem de ön adı muasır
sönüyor içimde alaim-i sema
ruhum eski televizyon
tek kanal, tek renk, kısır
ah canına yandığım
barut karası yirmibirinci asır
ısır dur etlerimi
dur dur ısır
halbuki
hal bu ki
hüzün ne kadar sarı
sevinç o kadar turuncu
keder ne kadar gri
mutluluk o kadar mavi
sıkıntı ne kadar nefti
huzur o kadar erguvan.
hayat ebruli
hal bu ki…
Aylin MÜFTÜLER