Eylül’ün sakinleştirdiği mavinin dizinin dibindeyim yine. Saçlarını tarıyorum ellerimle mavinin, uçlarına gümüş yıldızlar takıyorum, dalga dalga kucağıma doluyorlar gümüş yıldızlı yumuşak saçlar. Bütün huysuzluğunu Ağustos’a satmış, huzurunu bana saklamış mavi. Biz böyle ana-kız gibi akşamı karşılarken, safrandan bir hamur kafa uzanıyor elimin altına doğru. O kocaman safran kafanın içinden iki kehribar boncuk kalbimin en dibine sıcacık bir bakış bırakıyor. O sıcak bakış, o safran kafayla beraber avcumun içine yerleşiyor. Bir safran bir mavi iki evlat ellerimin altında sıcacık eriyoruz tek bir kalbe dolan ılık süt oluyoruz.
Dünya, ak güvercinler istila etmiş gibi süte bulanıyor o an.
Lekesiz, günahsız, suçsuz, yalansız, dupduru, bembeyaz!
Güneşin bile ödü kopuyor o saf beyazlığı sarartmaktan, efkarlı bulutların ardına saklıyor yüzünü.
Yanımızda bir kumru çıt çıkarmadan parmaklarının ucuna basarak arıyor yiyeceğini.
Tenha sahil, yalnız kayalar ve ıssız iskele bizi huzurlamaya yemin etmiş gibi.
Kıpırdamaya korkuyorum sanki dünyanın barışını burada toplamışız da hareket edersem bozulacakmış gibi, duruyorum öyle dingin, bir avucumda safran, bir avucumda mavi.
Gün efkarlı bulutların alnına belli belirsiz sararttığı erguvan öpücüğünü kondurarak nöbeti mehtaba devrediyor.
Sonra safran ve maviye bulanmış o en derin sıcak kalpten çıkıyorum istemeden.
*Ağır ağır çıkıyorum bu merdivenlerden
Eteklerimde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakıyorum semaya ağlayarak
Sular sararıyor, yüzüm perde perde solmakta
Kızıl havaları seyrediyorum, akşam olmakta
Dünya kızıla batıyor sonra, kızıl sıcak kalbimde kalıyor dünya kana bulanıyor ağır ağır o
merdivenlerden çıkıp da dünyanın gerçek yüzüyle karşılaşınca.
Başımı kaldırıyorum gözümde Narin’in sıcak kalbimden çıkıp gelmiş sıcacık gülüşü, sonra hunharca koparılmış bir papatya gibi boynunun bükülüp öldürülüşü.
Çuval giydirilmiş narin bedenin taşlarla örtülüşü.
Koca köyün, kutsal ailenin sessizliğe bürünüşü.
Parmak kadar çocuğun hem dirisinden hem ölüsünden korkan günahın yalan cümlelere bölünüşü.
Sonra kalbimdeki sıcak huzur boğazıma tıkanıyor.
*Eğilmiş arza, kanıyor, muttasıl kanıyor güller
Duruyor alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yanıyor, neden tunca benziyor mermer
Diye sorup duruyorum.
Kanıyor güller, bülbüller, dünya, kadın, çocuk, ağaç, hayvan.
Kanıyor insanlık, kanıyor, yer gök kırmızı.
Bir lokma ekmekten, bir yudum çaydan tıkanıyorum.
Huzurumdan utanıyorum.
Huzurdan utanır mı insan, utandırıyorlar.
Gülüşüm soluyor düşündükçe her minik ölüşü.
Oğlumu öperken, dudaklarım titriyor ağlamaklı, çıkmadığından aklımdan bir türlü el kadar çocukların faili meçhul gömülüşü.
Ne yaptınız bize, ne yaptınız?
Bir lokma ömrümüzü çocuk mezarlarına gömdünüz.
Çiçek koklamaktan, kedi kucaklamaktan, sıcacık yuvalardan utandırdınız.
Duygularımızı vurdunuz.
Cinayeti meşru, aşkı gayri meşru buldunuz.
Adaleti terazisinden çaldınız.
Dünyayı ters getirdiniz ama bilin ki dünya yuvarlaktır.
Dünya döner, devran da!
Hepimiz gitmeye geldik, siz de kalıcı değilsiniz.
MİSİLLEME
Gözümü de kurutun
yüreğimi nasıl kuruttuysanız
acımı da dondurun
gülüşüm gibi
dudağımda dondurduğunuz
şarkımı madem susturdunuz
susturun
dilsiz demir olsun
tüfeğiniz topunuz
böldüğünüz kadar bizi paramparça
bölünün
bizi öldürdüğünüz kadar
ölün
kalmayın yok olun topunuz
Aylin MÜFTÜLER
*Yazının içinde yer alan bu dizeler Ahmet Haşim’in Merdiven şiirinden alınarak düzenlenmiştir.