“… Göç sadece geride bir şeyler bırakıp denizler aşmak, yabancılar arasında yaşamak demek değil, aynı zamanda dünyanın anlamını yerle bir etmek, en sonunda da insanın kendisini saçma, gerçek dışı bir dünyaya bırakması demektir.
Silah zoruyla olmadığı zamanlar göç, umut olduğu kadar umutsuzluktan doğabilir. Örneğin, bir köy delikanlısına babasının gelenekçi, otoriter baskısı her türlü kaostan daha saçma görünebilir. Köydeki yoksulluk, şehirdeki cinayetlerden daha anlamsız görünebilir. Yabancılar arsında yaşayıp ölmek, kendi vatandaşlarından baskı görüp eziyet edilmekten daha az saçma olabilir. Bunların hepsi olabilir. Ama göç etmek her zaman dünyanın merkezini değiştirip düzenden yoksun, yitik, bölük pörçük parçalardan oluşan bir dünyaya yola çıkmak demektir.”
**John BERGER
Keşke göçmen kuşlar gibi mevsimin peşinden koşsaydık. Göçlerimiz bir güneşin peşinde sıcacık memleketlere, suyun, yeşilin, huzurun ve barışın bol olduğu coğrafyalara olsaydı. Orada peşini bırakmadığımız şefkat de bizim elimizi bırakmasaydı.
Savaştan, baskıdan kaçarken dört yaşımızda karaya vurmasaydı minicik bedenimiz.
Allah korkusu olmayan ve Allah’la aldatan yönetimlerin zulmünden kaçarken bırakmasaydık ailemizin yarısını geride bir daha görme ihtimalini silerek gözlerimizden.
Yoksulluktan kaçarken cebimizdeki son kuruşu da kaptırmasaydık imansız dolandırıcılara.
İçi boşaltılmış eğitimden, sorgulatmayan dogmatik hale getirilmiş bilimden kaçıp da bilmediğimiz memleketlerde okumaya gitmeseydik.
Hasta şiddetinden, devletin iteklemesinden, küçümsemesinden kaçıp da başka memleketlerin hastalarına şifa olmasaydık istemeye istemeye doktor olarak.
Uzaklardan değil de doğruyu kendi topraklarımızda söyleyebilseydik kelepçe korkusu olmadan.
Üç fakülte bitirip kaldırım mühendisliğine atamasaydı devletimiz bizi de biz de gidip elin memleketinde profesör olmasaydık.
Bizi bize düşman etmeseydi başımıza getirdiklerimiz de eller bizi kardeş edinmeseydi.
Her gün kelle koltukta gitmeseydik mesela işe bir motorun tepesinde ve ölmeseydik kolayca takım elbiseyle cezadan yırtan katillerin elinden, o zaman giderdik insan hayatını kutsayan memleketlere belki.
İnsan gibi yaşamanın hak sayıldığı memleketlere göçmek ister yok sayıldığında insan.
Çocuğunu tarikattan, tecavüzcüden, sokak mafyasından koruyamayan bir devletin tebaası olmak istememek vatana ihanet midir?
Kadınını eril silahlardan koruyamayan bir memleketten kaçmak ayıplanabilir mi?
Hayvanını alenen, hasta değilken, saldırmıyorken, sakin sakin yaşarken, zararsızken, üstelik kendi ihmalkarlığıyla çoğaldılar diye tutup tutup öldüren bir yönetimin Hayırsızada’sındayaşamak istemezse bir ince ruh, hain midir?
Tarımını öldürdüğü bir topraktan, aç kaldığı için göçse bir köylü suçlanabilir mi doyduğu toprak için doğduğu toprağı bıraktı diye?
Hiç biri suç değil bunların!
İçinde yaşamadan, dışarda yaşayıp da memleket için ahkâm kesenlere zaten hiç söz hakkı vermiyorum.
Suç değil memleketi bu şartlarda terk etmek.
Yukarıda diyor ya Berger, silah zoru olmadan da göç edilebilir diye hayır efendim benim saydığım maddelerin tamamı aslında silah zorudur.
Başına silah dayamıyordur devlet belki ama aç bırakarak midene silah dayıyordur.
Eğitimsiz bırakarak, liyakatsiz sisteme zorlayarak beynine silah dayıyordur.
Güvenliğini sağlamayarak, zihnine silah dayıyordur.
Susturarak vicdanına silah dayıyordur.
Adaleti öldürerek, umuduna silah dayıyordur.
Yeşili öldürerek geleceğine silah dayıyordur.
Göç etseydik sonra dönseydik.
Halbuki göç etmek ne güzel, her günyeni bir yer görmek ve yine yuvana dönmek.
Dönebilmek için, gidenlerin dönebilmesi için bir olmak şart.
Şartları göçmen kuşlarınkine döndürmek için eski şeyler fayda etmiyorsa yeni şeyler bulup söylemek ve yapmak lazım.
Bu yeşil bizim, bu toprak bizim, bu hayvancıklar, bu çiçekler, bu denizler, bu çocuklar bizim.
Kendi dilinde şiir okumak ve kendi dilinde sövebilmektir en büyük lüks.
Çocukluğunu bilen insanların yanında olmak, aynı ortamı koklamışlarla aynı göğün altında aynı yağmurda yıkanabilmektir en büyük lüks.
Dünya insanı olmak gerek tabii ki, her yerde yaşayabilmek gerek tamam.
Ama doğduğun toprağın kokusu ölsen de gitmez burnundan.
Göçmek Mevlana gibi göçmekse güzel;
Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…
MEVLÂNA
** Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü kitabından