Siyah ölümün ve adaletin
Kırmızı öfke ve tutkunun
Beyaz barışın ve saflığın rengidir.
Zavallı dünyamızın üzerinde siyahtan adaleti, kırmızıdan tutkuyu, beyazdan barışı çaldı üç beş büyük biraderin kölesi olmuş zalim kılıklı kuklalar.
Barut kokulu, öfke kanayan her toprak parçasında çekilen korku/trajedi filminde hep başrolü fakirlere verirler. O fakirler ki askerini kırmızı kınalarla yollar cepheye de hep ölürler, öldüklerini kimse anlamasın diye hemen üstlerine kahraman pelerini giydirilip, palas pandıras şehitlik mertebesine yükseltilirler.
Ardından ağlayanı olmaz çünkü şehit ailesi olmanın afyonuyla acıları bastırılmıştır.
*Deliye sormuşlar “ niye gülersin”
“Ağlamayı bilmem ki “ demiş o hesap!
Savaş dedikleri senaryolar, danışıklı dövüşlerdir lakin danışıklılar, dövüşenler değildir. Danışıklılar, saraydan saraya parmak sallarlarken, kocaman tek yönlü cam pencerelerimizden izlediğimiz film sandığımız oyunda yok yoksullar ölürler ve sahne bitince kalkıp kuliste makyaj silmezler. Ve hatta bir kısmı gömülmezler, toprağın üstünde gübre olmaları beklenir.
Balkonuna ömründe bayrak bile asmamış danışıklılar ise şehadeti, kahramanlığı timsah gözyaşlarıyla yüceltirken, fakir şehidin ailesi bayrağına sarınıp vatan “sağ olsun”a feda eder gözyaşlarını ve ne umutlarla yeşerttiği körpecik oğlunu!
Bu acımasız film hep fakir ve cahil ülkelerin setlerinde çekilir. Yaş sınırı da yoktur bu kırmızı, siyah senaryoda istemeden oynamak için, doğmuş olmak yeter şarttır.
Sonra da bir güzel slogan uydururlar
“Coğrafya kaderdir”
E peki coğrafyanın kaderini kanlı elleriyle kim çizmiştir? Coğrafyayı kedere boğup adına kader diyen kim? Coğrafyanın kaderi değişmesin diye tüm dünyayı bu oyuna sokan kim?
Fakirlik karakter gibi yapıştırılır insanlara ve alın yazısı gibi hiç silinmesin istenir danışıklılarca.
Ve onlar hiç doymadıkları için, fakirler aç kalırlar.
Sanki Fakiristan diye bir memleket vardır da birbirinin aynı mahallelerde yaşatılırlar. Buralarda yaşamak kendi tercihleri olmadığı halde sanki oraya aitmişler gibi damgalanırlar.
Evleri de aynıdır, umutları da.
Yoksul Evleri kitabında anlatılan evlerde ben çok bulundum çocukluğumda, gençliğimde. Akrabalarımız vardı uzak, bayramda seyranda giderdik ziyaretlerine. Biz de ortadirektik ama onlarda hiç yoktu varlık namına bir şey.
İçeri girer girmez kitaptaki gibi kesif bir hela kokusu burnumu yumruklar aynıyle vaki ve mozaik bile kaplanamamış, eğri büğrü çimento dökülmüş yerin ortasındaki delikte hep bir lastik pompa kapalı durur ki fare eve giremesin. Ve hemen tüm akrabaların erkek çocukları askeri okula gitmesi umuduyla el üstünde tutulur ve buna yönlendirilir. Oğlan zekiyse zaten başka şansı da yoktur. Ve o yemyeşil umutlarla, çiğitli de olsa pamuklar içinde büyütülen körpecik delikanlı askeri okulu bitirip, ailenin tek gururu olmuşken kahpe kurşunların karşısına çıkarılır ve yine bir fakir, fakirin ailesi, fakirin umudu, fakirin gözyaşı, fakirin gururu ölür.
Aralarından biri velev ki demiş olursa;
“Benim oyununuza alet edecek oğlum yok!”
Hemen danışıklılardan biri kamera arkasından bağırır;
“Kestik “
Seyircisi olmayan film gişe yapmaz. Filmi izlemezsek o zaman umursamış oluruz hani geçen hafta konuştuğumuz gibi.
**Umursamak varlığımızı yeniden hissetmektir ve başkalarının var olduğunu da!
GÜZ SÜRGÜNÜDÜR ZAMAN
bırakır solgun bir yaprak
toprağa düşerken yerini
yorgun kanatlı bir kuşa
güz sürgünüdür zaman
dövüş, sevişe
yitiriş, buluşa
savaş, barışa
bırakır yerini
söz vurgunudur zaman
uyku, uyanışa
korku, haykırışa
utanç, gururlanışa
bırakır yerini
buz kırgınıdır zaman
güz güneşlenir
sözgerçeklenir
buz ateşlenir
biz salgınıdır zaman.
Aylin MÜFTÜLER
* Yoksul Evleri (Derleyen: Turgut Çeviker)kitabındaki röportajlardan
** ”Umursamak varlığımıza yeniden kavuşmaktır “Rollo May