Yüzüm eflatuna dönük erguvan ışıklar saçlarımı yıkarken, beyaz köpükleri ayırıyorum sakin kulaçlarımla maviyi ürkütmeden, gurubu uykusundan etmeden. Bir an sırtüstü dönüyorum mavide ve mehtapla göz göze geliyoruz. Dağın sakin sakin doğurmakta olduğu bir altın ışık içinde kamaşıyor gözlerim. Hangisi doğum, hangisi ölüm bilemiyorum. Ölümle doğumun ortasında huzuru çekiyorum içime ne son var ne başlangıç!
Maviye doğuyor ruhum, eflatuna gömülüyor o anda. O anda doğup, o anda ölüyorum.
Hep bir anda!
Her an yeniden doğup, yeniden ölüyorum.
Mavinin teni, güneş yanığından hafifçe kavrulmaya başlıyor, esmer hışırtılar beni kumsala getirip bırakıyor.
Güneşin eflatun izi üfleyerek kurutuyor üstümdeki şeffaf damlaları. Kumun gün boyu biriktirdiği sıcaklığa bırakıyorum kendimi.Esmer suda beyaz bir kafa ve ortasında gülen iki badem görüyorum sonra, yüzüyor. Sadece kafa ve gülen bademler kıyı boyunca gidip geliyor bir müddet sonra sahile çıkıyor, silkelenip üstündeki esmer suyu atıyor ve o anda bademlerin altındaki gülen çizgiyi fark ediyorum.
Onca insan arasından nokta atışla bana doğru seri adımlarla geliyor, başını kucağıma bırakıyor, gözlerimin içine derin derin bakıyor. Okşuyorum, göz göze sevgi yolluyoruz birbirimize, gönlü doyunca kalkıyor gidiyor.
Ertesi sabah, güneşin doğumunu mavinin yanında kutsuyorum. Bu sefer sağım sarı, solum mavi ışıklar içinde yürüyorum. Güneşle yarışıyorum, o beni yakmadan maviye kavuşma telaşındayım. Bir saat kadar sonra sarıya bulanmış tenim kendini mavinin kucağına atıyor. Şimdi hayatın içindeyim ne doğum var ne ölüm tam ortadayım. Ne doğduğuma seviniyorum ne öleceğime üzülüyorum.
Öyle kaygısızım, dinginim. Bütün safralar atılmış, minimal bir an var sadece. Her şey yeteri kadar!
Çok diye bir kavram yok!
Gözüm kıyıda bir kara elmasa takılıyor, heyecanla ve hevesle bütün kıyıyı yüzerek kat ediyor. Siyah hiç bu kadar neşeli bir renk olmamıştı. Sadece o siyah sevince bakarken yaşadığına şükredebilirdi insan. Keyifle kıpırdayan siyahlık gözlerinden mutluluk saçarken sularını yanıma silkip zıplaya zıplaya gidiyor ardında siyah bir neşe bırakarak.
Nemli nemli evime yürüyorum ve kapımın önünde 2 minnak yavrusuyla mahallenin Çimen’i beni bekliyor. Nefis yeşil gözleriyle 3 renk bir tekir Çimen ve anneliği çok sevmiş bir kedi. Gözlerimin içine bakarak anlatıyor ne istediğini. Süt istiyor çünkü bebeler çok iştahlı ve anneyi son damla sütüne kadar bitiriyorlar. Hemen sütünü kapı önündeki özel kaplarına koyuyorum hızlıca yalayıp yutuyor. Köşedeki yeşilliğin içine uzanıyor bebeler de anında yapışıyorlar memelere günümü süt beyazına boyuyorlar.
Hayatımın neşesi ve katma değeri bu tüylü evlatlar. Hepimizin öyle olmalı. Doğadan koptukça ve doğayı kendi hırsları için dizginlemeye çalıştıkça insan günaha batıyor. Ve doğa dizgine vuruldukça öfkesi şiddetlenen çiftesi pek bir kısrak gibi kişniyor.
Yeşile katli vacip fetvası verdi zaten nice zamandır -Seneca’nın dediği gibi -“vaktini tarakla ayna arasında bölüştüren insanlar”! Yani parasının kölesi olmuş, hırsının zincirinde hep almanın peşinde ömrünü harcarken, doğasını, insanının, hayvanını da harcayanlar!
Şimdi de tüylü dostlarımızın katline fetva çıkaracak küstahlığı, Tanrıcılık oynamayı kendilerinde hak görüyorlar.
Bu nasıl bir cani ruhtur ve Yaradan’dan korkmazlıktır anlamıyorum ve anlamak istemiyorum. Sadece bu akıl kaçkını niyetin aciliyetle bozulması gerektiğini biliyorum. Memleketin pek çok yerinde ne barınağın barınak, ne ekibin ne ekipmanın yeterli, kalkmış kanun tasarısı çıkarıyorsun. Şu güzel ülkemde ne yapıldıysa zaten hep yarım yamalak ne plan var ne program, ne öngörme ne takip. Ben yaptım olduculukla el yordamıyla, paldır küldür kanun çıkarıp, yalap şalap uygulanıyor.
Masum canların resmen katline destek verenleri aklıselime davet etmiyorum çünkü olmayan bir şey davetle geri gelmez.
Sağduyuyla düşünen tüm vatandaşları vicdanlarının gücüyle bir olmaya ve el birlik bu yasayı çöpe atmaya çağırıyorum. Tüm gücümüzle ve asla vaz geçmeden!
Her konuda sevgisiz, adaletsiz, liyakatsiz bir yönetimin elinden görüyoruz ki sürekli bir yok etme kararı çıkıyor; yeşili, maviyi, hayvanı, dağı, özgürlüğü, düşünceyi, dürüstlüğü, doğruyu, vicdanı, sağduyuyu!
Ve Tanrı’yı çokça zikredip yok etmenin icazeti olarak göstererek başa gelmişlere, kucağından kedisi eksik olmayan bir peygamber nesli olduğu halde bunu görmezden gelenlere Halil Cibran şöyle cevap veriyor Tanrı Elçisi kitabında;
“….. Ve Tanrı’yı bilmek istiyorsanız eğer kendini bulmaca çözmeye adamış biri olmayın. Her şeyden çok çevrenize bakın öğrenin, orada çocuklarınızla oyun oynuyor görürsünüz Tanrı’yı.
Bir de gökyüzüne bakın; bulutların arasında yürürken görürsünüz onu, kollarını ışığa doğru açarak yağmurla birlikte yağarken. Çiçeklerin yüzünde gülüş olarak görürsünüz sonra ağaçların içinde doğrulup el sallarken.”