“…yorgun ilikleri ona Baby Suggs’ın dünyada zararsız bir şey bulma isteğini anımsattı”
“Canının istediğini sevebileceğin, onu arzulamak için birilerinden izin almak zorunda olmadığın bir yere ulaşmak. Evet, özgürlük buydu.”
Toni Morrison (Sevilen)
Boşanmak istedi, ben istemedim; vurdum, pişman değilim ama iyi halden indirim talep ediyorum.
Kız meselesi vardı, yan baktı, racon kesti; öldürdüm, delikanlılığı öldürmedim ama.
Babamın metresine pizza götürdü, annemi aldatan babamın, annemi aldattığı kadının babamı aldattığını sandım 25 yerinden bıçakladım, babamın olmayan şerefini kurtardığımı sandım.
Kaç yıldır işsizdim çocuklarımı, eşimi öldürüp intihar ettim, ben ölünce sefil olurlardı.
15 yaşındayım, 4 yaşında kuzenim bana taş attı, samanlıkta öldürdüm, yapmasaydı.
Trafikte beni solladı, bi de işaret çekti, daha ne yapsın yetti bana, çektim sapladım sustalıyı, yok öyle lolo.
Doktor beni 3 dakika yerine iki dakika muayene etti, öldürdüm, doktor dediğin kim ki benim yanımda!
Öğretmen beni sınavdan geçirmedi, ben de çalışmamıştım ama olsun hak etti ölmeyi, sıktım kafasına.
Jorge Luis Borges’in, Alçaklığın Evrensel Tarihi kitabında bir cümle var;
“Aradan geçen yıllar ona, saçlarına aklar düşmüş alçaklara, talihi yaver gitmiş ve yaptıkları yanına kâr kalmış katillere özgü o ihtişamı bahşetti.”
Sanki o ihtişam her yaştan insana bedava dağıtılmış gibi bir anda ve yapılanlar hep kâr kalmış gibi adaletin bozuk terzisinde ve öyle normalleştirilmiş, kanıksanmış bir alçaklık tarihi yazılmakta yeniden.
Kalbim çizilmekten, ciğerlerim nefessiz kalmaktan yoruldu bu haberleri okurken. Bir daha bir daha bakıyorum doğru mu okudum diye bu olanları.
Nereden çıktı bu kadar yüksek katil profilli toplum,
ne zaman bu kadar kolaylaştı öldürmek,
nereden alıyoruz bu içi boş, her sınıra dalmayı kendinde hak gören, şişirilmiş özgüveni,
ne zaman bu kadar sığlaştık ve bu kadar duygusuzlaştık,
ve ne zaman bu kadar kaydı şirazemiz?
Ne kavgasız düğünümüz ne huzurlu cenazemiz ne olaysız hastanemiz ne güvenli okulumuz kaldı.
Yazarken titredim güvensiz okul ne demek, aklım firar ediyor düşünürken bile.
Okula gönderirken askere gönderir gibi binbir duayla gönderir olduk minicik çocukları.
Kimseye güvenme, kimseden bir şey isteme, herkes düşman, herkes sapık, herkes zararlı olabilir, aman çocuğum!
Ortaokullara inmiş uyuşturucu belası, çocuklarımızı saran tehlikeler.
Tamam tüm dünyada bireyselleşme, bencilleşme hatta faşist eğilimler çok yükseldi kabul.
İçi günah, eli silahla bezeli çok insan türedi kabul.
Evet, Baby Suggs gibi hepimiz dünyada zararsız bir şey bulmak ister olduk kabul.
Kapitalizmin üretme/tüket politikasının içinde debeleniyoruz kabul.
Büyük biraderler ne satacaksa onu tüketmek için önümüze serilen Alice’in harikalar diyarında kaybolmak üzereyiz kabul.
Peki elimizi kolumuzu bağlayıp mısır patlağı yiyerek izleyecek miyiz bu gidişi?
Her şey gibi çabuk türeyen, çabuk tüketilen, özümsenmeden kaymak kısmıyla yetinilen kişisel gelişim mottoları gibi sadece içimize mi döneceğiz?
Dışımızda olan biteni yok mu sayacağız?
Zaten bütün dünya böyle evrene mesaj gönderdik, gerisini o halleder mi diyeceğiz?
Yıllardır yoga ve meditasyon yaparım; meditasyon, içe dönmek muhteşem bir aydınlanıştır gerçekten, doğru yapıldığında. Benim kast ettiğim işin ticari kısmıyla yetinip, bireyselleşmeyi, etrafla ilgilenmemeyi kişisel gelişmek sananlar!
Bu da aslında bize kapitalizmin dayatması bir bakıma;
kıpırdama, eyleme geçme biz sana geliriz
yürüme, ne istiyorsan evine getiririz
okuma, araştırma gerek yok biz yapay zekayla çözeriz senin için
düşünme, biz senin yerine düşünürüz
sevme, biz sana sevgiyi alışveriş torbalarında getiririz
dışarısı tehlikeli, sen içeride kal biz istediğimiz gibi at koşturalım.
Sonra boş beyinler, boş ruhlar çok hafifliyor tabii tut ensesinden istediğin yere götür.
Bunun ayırdına varmak gerek bir an önce ki işte o meditasyonlar, dışarıda neler oluyor idrak edebilmek için aydınlanmamıza yarıyor.
Toni Morrison’un Sevilen kitabında şöyle bir cümle var “ Cincinnati’nin siyah toplumu iki mezarlıkla altı kiliseye sahipti ama onlara hizmet edecek bir okuldan da hastaneden de yoksun oldukları için evde öğrenir, evde ölürlerdi.”
Okul ve hastanelerimizi yani bilimi, din ve safsata kazanının içinde kaynatılmaktan kurtardığımızda evde öğrenmek ve evde ölmek zorunda kalmayız!
Dünyada binlerce yıldır ekonomik ve siyasi sistemler gelmiş, yürümüş, yakmış, yıkmış ve yıkılmıştır. Hiçbir şey sonsuz değildir, ne insan ne sistem kazık çakmıştır bu gezegene. Ve bunların gelmesi, gitmesi insan eliyle olmuştur.
Öyleyse içimizde aydınlanıp, ışığımızla etrafımızı aydınlatmamız hayatın anlamıdır belki de, denemeye değmez mi?
AŞK KİMİN
Aşk, Mecnûn'a mahsus sanırsın
ben bir ağaç severim
Leylâ utanır kendinden
aşk uğruna dağları delen
Ferhat'a mı inanırsın
ben taş yüreğe girerim
Şirin bir kez daha ölür
kıskançlık ateşinden
Aylin MÜFTÜLER