23 barodan ‘Jeotermal santraller tarım alanlarını yok ediyor’ açıklaması – D20Haber
19.04.2024, Cuma
13 °C / 18 °C Denizli Hava Durumu
  1. ANA SAYFA
  2. /
  3. YAŞAM
  4. /
  5. SİVİL TOPLUM
  6. /
  7. 23 barodan ‘Jeotermal santraller tarım alanlarını...

23 barodan ‘Jeotermal santraller tarım alanlarını yok ediyor’ açıklaması

A- A+
D20HABER
Yayınlanma: 17 Temmuz 2019 Çarşamba - 14:43Güncelleme: 17 Temmuz 2019 Çarşamba - 14:43
23 barodan ‘Jeotermal santraller tarım alanlarını yok ediyor’ açıklaması

Baroların Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu temsilcileri ile kent ve çevre hukuku alanında çalışmalar yürüten avukatlar, Denizli’de bir araya geldi. Toplantının ardından yayınlanan bildiride, jeotermal santrallerin tarım alanlarında yarattığı tahribata dikkat çekildi.

“Kütahya, Uşak bölgesinde yoğunlaşan madencilik, Denizli ve Aydın’da sanayi atıklarının yanı sıra yenilenebilir ve temiz enerji diye sunulan jeotermal santraller, tarımsal alanları tamamen yok etmektedir. Bölgede yaşayan, tarımla geçinen halkın ekonomik gücü azalmakta, santrallerin yarattığı hastalıklar ise en çok da kanser vakalarının artışında kendini göstermektedir.

Türkiye’nin üzüm ve incir üretim deposu olan Aydın’da bu ürünlerin kalitesi ve niteliği, denetimsiz jeotermal santrallerin verdiği çevresel zararlardan dolayı her geçen gün düşmektedir. Jeotermaller, bulundukları bölgede asit yağmurlarına neden olarak doğrudan tüm canlı yaşamına zarar vermekte, yeraltına tekrar basılmayan artık sularda bulunan ağır metaller suyu ve toprağı kanserojen hale getirmektedir. Bir zamanların tarım alanı olan Büyük Menderes havzasını besleyen nehir, artan kirlilikten dolayı artık bir zehir nehri haline gelmiştir. Kamu kurumları birincil görevleri olan denetim ve izleme faaliyetlerini, büyük sermayenin maden ve enerji alanında yoğunlaşmış şirketlerine karşı yerine getirmemektedir. Daha verimli ve etkin olacak diye devlet tarafından daha önce özelleştirilen sektörlerde, hiçbir denetim mekanizması çalışmamakta, çevresel zararlar kamunun üzerine bırakılırken, kârlar birkaç özel şirketin olmaktadır.

Bölgelerin kendi özelliğini göz ardı ederek ve Türkiye topraklarının geleneksel tarım üretiminden koparılarak vahşi madencilik ve enerji sektörüne alan açmanın sonuçları yakıcı olarak kendini göstermektedir. Bu bölgelerdeki bitki ve hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar bize canlılar üzerindeki tahribatın yıkıcılığını anlatmaktadır. Sanayi atıklarına karşı izleme ve kontrol mekanizmalarının çalışmaması, tarım topraklarını, suyumuzu ve havamızı kirletmekte, son aşamada bu kirlilik insan sağlığına ve tüm ekosisteme büyük zararlar vermektedir. Temiz hava ve temiz su tüm canlıların temel ortak ihtiyacı ve doğada parayla alınıp satılabilecek bir meta değilken, bugün temiz suya erişim, ciddi bir hak sorunu olarak karşımızdadır. Suların özelleştirilmesinden vazgeçilmeli, evlerimizde akan suyun içilebilecek nitelikte olması sağlanmalı ve su kaynakları ve çevresi mutlaka korunmalıdır.

Bölgede yoğunlaşan kirliliğe rağmen Kütahya Murat Dağı’nda bulunan ormanlık alana, üstelik 1. derece deprem bölgesinde bulunmasına rağmen altın-gümüş madenciliği için izin verilmesi hiçbir bilimsel mantıkla açıklanamaz. Maden şirketlerine her türlü kolaylık gösterirken, sektör temsilcilerinin hâlâ şikayet ederek kendilerine yeni ayrıcalıklar talep etmesi ise bu sektör temsilcilerinin tüm topluma ve yaşama karşı yabancılaştıkları izlenimini vermektedir.

Toplum yararına yatırımlar, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları dikkate alan, tüm canlıların geleceğini öncelik kılan projelerin değerlendirilmesi ve ülke geleceği açısından tehdit oluşturmaya müsaade etmeyecek şekilde önceliği kamu yararı olan denetleme mekanizmalarının mutlaka işletilmesi gerekmektedir. Akkuyu’ya yapılmak istenen Nükleer Santralin temelinde çatlaklar oluştuğu haberlerine karşı, olaya ciddiyetle yaklaşılmamıştır. Böyle bir durumun yaratacağı olası faciaların etkisi yüzyıllarca sürebilir ve bölgedeki tüm canlıların felaketi anlamına gelebilecektir. Yetkililer olası zararlara karşı, gerekli önlemleri almamaktadırlar.

Yaşadığımız ekolojik kriz, küresel kapitalizm merkezli çevre ve kentleşme politikalarının sonucudur. Türkiye’de de kapitalizm, içine girdiği krizi doğaya saldırarak aşmak istemektedir. Türkiye’deki başkanlık rejimi ise bu sistemin bir parçasıdır ve yaşam odaklı değil, güç odaklıdır. Sistemin değişmesi gerekmektedir.
Toplum bir bütün olarak yaşam haklarına sahip çıkmalı ve temel haklarından ödün vermemelidir. Bu nedenle merkezi iktidarın rant odaklı politikalarına karşı bir kent hakkı ve çevre isyanı olarak gördüğümüz Gezi sürecinin kriminalize edilerek bazı Gezi bileşenlerine dava açılması, çevre savunucularının kararlılığından bir şey kaybettirmeyecektir. Savunulan kent hakkı ve tüm canlıların yaşam hakkıdır.

Biz aşağıda imzası olan Türkiye Barolarına kayıtlı kent ve çevre hukukuyla ilgili çalışmalar yürüten avukatlar ve Baro komisyon temsilcileri, sağlıklı çevrede yaşama hakkının ihlal edilmesine karşı mücadelelerimizi kararlılıkla ve birlikte yürüteceğimizi belirtir, bu çerçevede dördüncü toplantının Eylül ayı içinde Urfa Barosu ev sahipliğinde gerçekleştireceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

BİLDİRGEDE İMZASI OLAN BAROLAR

Bildirgede; Adana Barosu, Ankara Barosu, Antalya Barosu, Artvin Barosu, Aydın Barosu, Burdur Barosu, Bursa Barosu, Denizli barosu, Diyarbakır Barosu, Hatay Barosu, Isparta Barosu, İzmir Barosu, Kırklareli Barosu, Kütahya Barosu, Manisa Barosu, Mersin Barosu, Muğla Barosu, Sakarya Barosu, Şanlıurfa Barosu, Tekirdağ Barosu, Uşak Barosu, Zonguldak Barosu ve Van Barosu’nun imzası bulunuyor.